Bilmiyorum… bir katil ne yapar bilmiyorum. Bir ruh hastası
ne yapmalı bilmiyorum. En iyisi, evet evet, en iyisi gidip şikayette bulunayım
bu gazete için. Hatta gazete hakkında
tazminat davası açayım. Evet, görsün bakalım Nizamettin o zaman bana ruh
hastası demek, ne demekmiş. Hakaret davası açacağım.
Evden çıkıp en yakın karakola gittim.
“şikayette bulunmak istiyorum.”
“şu büroya”
“teşekkür ederim.”
…
“Şikayette bulunmak istiyorum.”
“burası değil diğer taraf.”
“Teşekkür ederim.”
…
“Şikayet… bulunmak..”
“Öğle tatiline girdik.”
Eh be! Yeter be! Sabahtan beri oradan oraya
yönlendiriyorsunuz. Her yer için ayrı sıra bekliyorum. Başlarım sizin
yaptığınız işe.
Polislere bir güzel çemkirip kaçtım. Maazallah yakalasalardı
hemen hapse atarlardı. Bir de katil olduğum öğrenilseydi of of of of!
Lanet olsun tüm polislere! Yakmalı bunların hepsini, topa
tutmalı. (Ama insanlar çalışmak zorundalar) Hayır! Mesele bu değil! Mesele
tercih! Mesele işini iyiye kullanmak. Mesele elini vicdanına koymak. Bunların
hepsi birer tercihtir.
Ama bazı zorunluluklar da var. Mesela biri sütü sevmez ama
sütlacın tadına bayılır. Ama süt içilir, sütlaç içilmez. Fakat ham maddesinde
süt var, bu zorunluluk. Süt olmadan sütlaç olmaz. Ama sütü içmeyip sütlacı
yemek bir tercihtir. Evet, bir tercih; herkesin işine geldiğini yaptığı bir
tercih. Nefret ediyorum tercihlerden, tercih edenlerden! Topa tutmalı tüm
tercih edenleri. En iyisi kendi işimi kendim halledeyim.
Yazıhaneme geçtim. Paket bu sefer kapının önündeydi. Aldım.
“Gazeteniz” Hala utanmadan baskı yapıyorsunuz ha! Rezil herifler, yakmalı sizi
mahvetmeli. Nerede o Doktor Nizamettin’in sayfası. (Aç bakalım.) Dur, açacağım;
işte açtım.
“Sevgili okurlarım, doktorunuz Nizamettin olarak size elimden gelen
yardımda bulunmaya gayret gösteriyorum. (bir de cümle kurabilse!) siz,
bize gönderdiğiniz mektuplarla bize güveniyor ve bize her hakkı tanıyorsunuz.
Size verilen ikramiyeler bunun karşılığıdır. Mektup göndererek bize, sizi
istediğimiz şekilde değerlendirme hakkını veriyorsunuz. Bu nedenle
şikayetlerinizin hiçbir geçerliliği yoktur.
“Nasıl yani ben şikayetçi olamayacak mıyım?”
“Olamayacaksın katil!”
Ne? Ne diyorsun Nizamettin?
“Eğer şikayette bulunursan, sana verdiğimiz paraya karşılık olarak bize
ruhunu vermeyi kabul etmiş oluyorsun.”
Nasıl yani, ruhumu nasıl alacaksın?
“Kaza süsü vererek!..-hıhıhıhıııııı!!...”
Ne oluyor be? Gazetede, sorduğum soruların tüm cevapları
verilmiş vaziyette. Adeta şimdi yazılmış gibi.
Demek, şimdi de öldürmekle tehdit ediyorsunuz beni. Hayır,
bu olamaz.
Gazeteyi kapattığım gibi en yakın karakola gittim.
“Tehdit ediliyorum polis bey yardımcı olun!”
“Buyurum beyefendi, lütfen sakin olun.”
“Bakın, alın gazeteye bakın. Sözü geçen katil benim. Benim
derken ben katilim, daha doğrusu değilim. Bu Nizamettin olacak herif bana
komplo kurdu. Tüm ülkeye rezil etti, katil ilan etti beni. Ne olur yardımcı
olun. Şimdi de öldürmekle tehdit ediyor.”
Ilımlı bir polisti. Gazetemi alıp yanındaki arkadaşına
gösterdi. Arada bana tuhaf bakışlar atıyorlardı.
“Beyefendi.. size şaka yapılmış olmasın?”
“Nasıl yani, ne şakası, kim, ne yapabilir bana?”
“Ben bu gazeteyi hayatımda ilk defa görüyorum” yanındakine
“sen gördün mü daha önce?”
“yo valla ben de ilk defa görüyorum.”
Polis gazeteyi inlemeye devam etti. “Hıı, dur bakalım,” dedi. “Bakın şurada, küçük bir
yerde, sanırım dikkatlerinden kaçmış. Gazetenin basıldığı matbaanın adı var.
Siz biliyor musunuz burayı?”
Bilmiyordum, şoktaydım, doğru düzgün bakmadım bile.
“Bilmiyorum.”
“Biraz bekleyin, biz size adresi bulup verelim olur mu?”
“Olur… teşekkür ederim.”
Yolum bozulmuştu. Kendimi bir çukur gibi hissediyordum. Çok
geçmeden (Ne geçmeden?) vakit geçmeden geldiler. Elinde minik bir kağıt vardı.
Üzerinde de yazılar yazmaktaydı. Muhtemelen adresti, evet öyle olmalıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder