belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

29 Ağustos 2013 Perşembe

GECEDE YAŞAYANLAR-13. BÖLÜM

Bilmiyorum… bir katil ne yapar bilmiyorum. Bir ruh hastası ne yapmalı bilmiyorum. En iyisi, evet evet, en iyisi gidip şikayette bulunayım bu gazete için.  Hatta gazete hakkında tazminat davası açayım. Evet, görsün bakalım Nizamettin o zaman bana ruh hastası demek, ne demekmiş. Hakaret davası açacağım.
Evden çıkıp en yakın karakola gittim.
“şikayette bulunmak istiyorum.”
“şu büroya”
“teşekkür ederim.”
“Şikayette bulunmak istiyorum.”
“burası değil diğer taraf.”
“Teşekkür ederim.”
“Şikayet… bulunmak..”
“Öğle tatiline girdik.”
Eh be! Yeter be! Sabahtan beri oradan oraya yönlendiriyorsunuz. Her yer için ayrı sıra bekliyorum. Başlarım sizin yaptığınız işe.
Polislere bir güzel çemkirip kaçtım. Maazallah yakalasalardı hemen hapse atarlardı. Bir de katil olduğum öğrenilseydi of of of of!
Lanet olsun tüm polislere! Yakmalı bunların hepsini, topa tutmalı. (Ama insanlar çalışmak zorundalar) Hayır! Mesele bu değil! Mesele tercih! Mesele işini iyiye kullanmak. Mesele elini vicdanına koymak. Bunların hepsi birer tercihtir.
Ama bazı zorunluluklar da var. Mesela biri sütü sevmez ama sütlacın tadına bayılır. Ama süt içilir, sütlaç içilmez. Fakat ham maddesinde süt var, bu zorunluluk. Süt olmadan sütlaç olmaz. Ama sütü içmeyip sütlacı yemek bir tercihtir. Evet, bir tercih; herkesin işine geldiğini yaptığı bir tercih. Nefret ediyorum tercihlerden, tercih edenlerden! Topa tutmalı tüm tercih edenleri. En iyisi kendi işimi kendim halledeyim.
Yazıhaneme geçtim. Paket bu sefer kapının önündeydi. Aldım. “Gazeteniz” Hala utanmadan baskı yapıyorsunuz ha! Rezil herifler, yakmalı sizi mahvetmeli. Nerede o Doktor Nizamettin’in sayfası. (Aç bakalım.) Dur, açacağım; işte açtım.

“Sevgili okurlarım, doktorunuz Nizamettin olarak size elimden gelen yardımda bulunmaya gayret gösteriyorum. (bir de cümle kurabilse!) siz, bize gönderdiğiniz mektuplarla bize güveniyor ve bize her hakkı tanıyorsunuz. Size verilen ikramiyeler bunun  karşılığıdır. Mektup göndererek bize, sizi istediğimiz şekilde değerlendirme hakkını veriyorsunuz. Bu nedenle şikayetlerinizin hiçbir geçerliliği yoktur.
“Nasıl yani ben şikayetçi olamayacak mıyım?”
“Olamayacaksın katil!”
Ne? Ne diyorsun Nizamettin?
“Eğer şikayette bulunursan, sana verdiğimiz paraya karşılık olarak bize ruhunu vermeyi kabul etmiş oluyorsun.”
Nasıl yani, ruhumu nasıl alacaksın?
“Kaza süsü vererek!..-hıhıhıhıııııı!!...”

Ne oluyor be? Gazetede, sorduğum soruların tüm cevapları verilmiş vaziyette. Adeta şimdi yazılmış gibi.
Demek, şimdi de öldürmekle tehdit ediyorsunuz beni. Hayır, bu olamaz.
Gazeteyi kapattığım gibi en yakın karakola gittim.
“Tehdit ediliyorum polis bey yardımcı olun!”
“Buyurum beyefendi, lütfen sakin olun.”
“Bakın, alın gazeteye bakın. Sözü geçen katil benim. Benim derken ben katilim, daha doğrusu değilim. Bu Nizamettin olacak herif bana komplo kurdu. Tüm ülkeye rezil etti, katil ilan etti beni. Ne olur yardımcı olun. Şimdi de öldürmekle tehdit ediyor.”
Ilımlı bir polisti. Gazetemi alıp yanındaki arkadaşına gösterdi. Arada bana tuhaf bakışlar atıyorlardı.
“Beyefendi.. size şaka yapılmış olmasın?”
“Nasıl yani, ne şakası, kim, ne yapabilir bana?”
“Ben bu gazeteyi hayatımda ilk defa görüyorum” yanındakine “sen gördün mü daha önce?”
“yo valla ben de ilk defa görüyorum.”

Polis gazeteyi inlemeye devam etti. “Hıı,  dur bakalım,” dedi. “Bakın şurada, küçük bir yerde, sanırım dikkatlerinden kaçmış. Gazetenin basıldığı matbaanın adı var. Siz biliyor musunuz burayı?”
Bilmiyordum, şoktaydım, doğru düzgün bakmadım bile.
“Bilmiyorum.”
“Biraz bekleyin, biz size adresi bulup verelim olur mu?”
“Olur… teşekkür ederim.”


Yolum bozulmuştu. Kendimi bir çukur gibi hissediyordum. Çok geçmeden (Ne geçmeden?) vakit geçmeden geldiler. Elinde minik bir kağıt vardı. Üzerinde de yazılar yazmaktaydı. Muhtemelen adresti, evet öyle olmalıydı.

Hiç yorum yok: