belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

29 Ağustos 2013 Perşembe

GECEDE YAŞAYANLAR-12. BÖLÜM

“K.B. isimli şahsın, intihar mektubunu yazdıktan sonra intihar ettiği anlaşılmıştır. Mektubu yazanın maktul olduğu yapılan inlemeler sonucu ortaya çıkmıştır. Maktul, ölmek istediğini  dile getirip, mektubunun sonunda ‘madem ölüm kendi isteğiyle gelmeyecek, öyleyse onu ben zorla ayağıma getireceğim’ ifadelerini kullanmıştır. Kendisine Allah’tan rahmet, bulunamayan ama mutlaka olan yakınlarına acı haberi aldıkları takdirde şimdiden sabır diliyoruz”

Bu ne saçma haber böyle? Saçmalığın daniskası.(Senin gibi). Evet, ancak ben bu kadar saçma olabilirdim. “Bu mektup tanıdık sanki”. Hangi mektup? (İntihar mektubu). Gibi gibi.
“Sevgili katil, yaptığını beğendin mi?”
Ne yapmışım?
“Daha ne yapacaksın?”
Hayır! Hep Nizamettin’in oyunu bunlar. Lanet olsun Nizamettin’e. Eyvah! Katil; sözünü ettiği katil, benim. Hemen teslim olmalıyım.
Hemen telefona sarıldım.
“Alo, polis mi?”
“Evet, nasıl yardımcı olabilirim?”
“Adınız nedir?”
“Polis”
“Sevgili polis, ben bir itirafta bulunacağım.”
“Buyurun.”
“Sesiniz de çok hoş bu arada.”
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim.”
“Sevgilim sen misin?”
“aa, tanıdın mı beni?”
“Seni gidi katil!”
“Nizamettin, aradan çekil hemen!”

“Buyurun polis imdat.”
“Alo polis imdat mı?”
“Dedik ya beyefendi.”
“Ha Pardon.”
“Buyurun, dinliyorum.”
“Buyurun mu dinliyorsunuz? O da ne?”
“Dalga mı geçiyorsunuz?”
“Hayır efendim estağfurullah.” (katil olduğunu söyle)
“Hayır, söyleyemem.”
“Neyi söyleyemezsiniz?”
“Katil olduğumu….” Eyvah! Ağzımdan kaçırdım.
“Beyefendi yerinizi söyleyin hemen!”
“Hayır, hayır ben aslında yoğum. Valla bak, aramadım seni.”
“Bey..”
DIT DIT DIT DIIIT
Eyvah! Ya yerimi tespit ederlerse. Hemen çıkmalıyım. Nasılsa para da var. Yurtdışına kaçayım. Yahu orada da doğru düzgün yaşama şansı var mı ki? Ötekileştirmesinler beni sonra. (Kimler?) Onlar. Hepsi, ben sen o biz siz onlar. Üçüncü şahıslara sığınan zavallı bir tekilim ben.
Buldum! (Neyi?) eve gitmeyi.
Yazıhanemden çıktım, evin yolunu tuttum.  Hava kararmıştı. Bugün geçmemişti resmen. Oldukça uzun yaşadım. Evin sokağına girdiğimde yaşlı kesim günün son yaşam evrelerindeydi. Yerde bir taş sökülmüştü. Olmayan taşın meydana getirdiği boşluğu izlerken kendi boşluğum geldi aklıma. Ben bir çukurdum, bir engebe. Bu hayata fazlaydım.
Bastonlu amca yanıma geldi. Selam verdi, karşılık verdim.
“Oğlum niye söküyorsun taşları?”
“Kim ben mi?”
“Yok eben.” (ney?) ne ney? (bu yaşlı da çok terbiyesiz.) sensin terbiyesiz.
“kim ben mi?”
“Sen yavrum, kim olacak? Dün de takılıp düşünce attın birini. Evvelsi gün de ilk taşı sökmüştün. Şimdi de birini daha.”
“Yok be amca.”
Elimde bir ağırlık vardı. O da ne? Bir taş! Hem de yerdekilerin akranı. Ne ara sökmüştüm.
“Özür dilerim.”
“Sorun değil.”
“Teşekkür ederim.”

Eve gittim, ne yaptığımı, geçmişte ne olduğunu bilmiyorum. Hafızamdan ya geceye ya da gündüze dair bilgiler siliniyor. Uykusuzluktan olsa gerek. Çaycı da, gece gündüz hep burada olmaktan, demişti. Gece gündüz hep burada mı? Neyi kastetmişti, kendini mi? Gecede yaşayanım diyordu kendine. Ben de gece yaşayana yalnızlardanım sanırım. Ama artık uyusam iyi olur.  Rahat bir uyku çekebildiğim söylenemez.

Gece yatağıma geçmeye üşenmiş olmalıyım; tekli koltukta uyanır vaziyette buldum kendimi. (bu da nasıl oluyorsa?) elimde bir ağrı var, neden acaba?

Hiç yorum yok: