Çocukluk dönemlerinde ailesiyle birlikte
tiyatro izlemeye gidecekleri günün evvelindeki gecelerde heyecanda uyuyamazdım,
diyerek daha o günlerde olan
bağlılığının nüktelerini veren Kınoğlu, Nisa Serezli’nin Cinnetlik Kaynana
rolündeki performansına öyle bir gülmüş ki, herkesin sustuğu anda bile
gözlerinden yaşlar boşalırcasına güldürmesini sürdürürken, oyunun ilk perdesinden sonra ailesinin rezil
olduk telaşı yüzünden “aşk olsunlar” “bir daha zinharlar” ithamlarıyla ilk
darbeyi yemiş.
İlkokulda, okuma bayramında “Yağmur” şiirini
okumak için arkada beklerken, perdenin ardından sahneye bakınca aşırı derecede
heyecanlanması sonucu şiirini söyleyemeyip tövbe etmiş. Fakat tiyatro adını
duyunca bile kalbinin küt küt atan bir bireyin lisede bir piyes yazıp en komik
rolü oynaması içindeki aşkı tekrar canlandırmış olmalı ki, üniversitede makine
mühendisliği okuyorken, arkadaşlarıyla birlikte, yaptıkları entelektüel
toplantılara binaen tiyatro gurubu kurmaya karar vermişler. Okulun son yılında
da mühendis olmayacağına kanaat getirince “sadece aptallar fikir değiştirmez”
diyerek 17 yaşında aldığı kararın hayatını idame ettirmemesi gerektiğini
düşünerek kendisini konservatuar kapısından içeri girip Yıldız Kenter, Haldun Dormen, Ahmet Levendoğlu, Engin
Uludağ, Müjdat Gezen, Mehmet Birkiye, Suat Özturna karşısında bulmuş.
“Ben onlarla(eğitmenlerle) çalışma fırsatı
bulduğum için çok şanslıydım; ama onlar da benim gibi öğrencileri olduğu için
çok şanslılardı” diyerek kendine ne kadar güvendiğini ve de geliştirdiğini dile
getiren Celal Kadri Kınoğlu ile, dizi hegemonyası, ülkemizde tiyatro durumunu,
eksiklikleri ve neden bu yolu seçtiği
üzerine, okuduktan sonra izlediğiniz şeylere dahi bakış açınızın değişeceği bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bir oyuncu gözüyle sizin için tiyatro
nedir?
Bence tiyatro
yaşamak. İnsanların hayatta yaşarken çok daha az tepki verdiklerini,
gülümsediklerini, daha az bağırdıklarını, daha az ağladıklarını değişik
baskılardan dolayı tırnak içinde daha az yaşadıklarını düşünüyorum. O yüzden
tiyatro benim yaşadığım yer. Üstelik ben kendi heyecanlarımı başkalarının
hayatlarına da transfer ederek, başkalarının hayatlarını da yaşamaya
bayılıyorum.
Tiyatro ülkemizde ne kadar tutuluyor?
Yaşadığı sorunları göz önünde bulundurursak size göre ne kadar destekleniyor?
Tiyatronun siyasetle
her zaman problemi olmuştur. Ama tiyatronun her zaman asıl problemi olan hayal
ettiği seyirciyi bulamama biçimdir. Birçok farklı tiyatro var: Duru Tiyatro
başka, Dot, Krek başka, daha avantajlı radikal küçük kuruluşlar başka, Halkevleri; Kadıköy, Sarıyer gibi amatör tiyatro
çevresinden gelen tiyatrolar başka, şehir ve devlet tiyatroları başka, diğer
özel tiyatrolar: Dormen, Kenter’ler başka. Hepsi de farklı nedenlerle başka
seyircilere ulaşan gruplar. Birinin problemi diğerinin problemi olmayabilir.
Hepsinin problemlerini aynı şemsiyenin altında toplamak gerekirse, vergi
problemleri tiyatro yapmak isteyen guruplar için büyük sorun; ama bana kalırsa
asıl büyük problemleri sahneye çıkardıkları insanların tanınmış insanlar olması
zorunluluğu. Dolayısıyla bir sanat tiyatrosu bile sahneye çıkardığı oyuncunun
televizyondan tanınır olmasından medet umuyor. Bu da çok büyük bir teslimiyet
oluyor. Seyirciyi böyle vurmaya çalışmak, o tiyatroların kendi geleneklerini
yaratamadıklarını da gösteriyor.
Bu bakımdan hala ve
maalesef ne politik tiyatronun ne komedi tiyatronun ne bulvar tiyatronun,
gerçekte bugün dünyadaki örneklerinin olduğu yerde olamadıkları bir ülkede
yaşıyoruz . Bunun iki tane büyük nedeni var:
Birincisi yönetmenlerimiz çok fazla yok.
Birçok yönetmenimiz maalesef kendilerini çok fazla yenileyemeden yaşlandılar,
bazılarıyla ölüp gittiler. O yüzden burada 40 yıllık demode işleri çok
görüyoruz. Bu sorunu gidermek içinse genç yönetmenlere fırsat verilmesi
gerekiyor.
İkinci sorunsa Türk
tiyatro edebiyatında da büyük boşlukların olması. Tiyatro yazarının çok fazla
gelmediğini görüyoruz. Bunun da nedeni, yazıya çiziye yeteneği olan insanların
para kazanmak için yazarlık bölümünden mezun olmalarına rağmen televizyon
dizisi yazmak istemeleri, sinemaya heves etmeleri ve reklam yazarlığında çare bulması başarıyı, statü ve parayla ölçen
bir kültüre dönüştü. Tiyatroysa hala yazarlarını arıyor. Ben, Berkun (Berkun
Oya) dışında genç başka bir yazarı bekliyorum. Edebi kurulda da olduğum için,
devlet tiyatrolarına gelen tekstleri okuyorum. Ve diyebilirim ki beş ay boyunca
iki tane yazar dikkatimi çekti, onlara da çok sevindim.
SEYİRCİMİZİN
KAFA ÇALIŞTIRMAMAYA ÇALIŞMAK GİBİ ÖZEL BİR YETENEĞİ VAR
Niye bu kadar
televizyon hegemonyası var?
Çünkü televizyonda
olan şeyler seyircinin kolayına geliyor. İnsanlar saatlerce ne bir matematiği, değişikliği, gelişimi,
sürprizi olmayan şeyi izliyorlar. Hiçbir şekilde farklı bir üslup denenmiyor,
son derece düz biçimde altta müzik çalıyor, üstünde güzel oğlanlar ve güzel
kızlar karşımıza geçip tıkır tıkır aynı lafları tekrar ediyorlar. Evdeki
kadınlar hayatlarında böyle güzel çocuk görmemiş gibi o çocuğu
seyrediyorlar. Diziyi seyrediyorum diyor
ama altta Kıvanç’ı seyrediyor. Veya adamcağız da oturmuş fingirdeyen iki tane
kıza bakıyor.
Genellikle entrika
denen saçma bir gerilim var ortada. Bunlar insanlara kolay geliyor. Arkalarına
yaslanıyorlar, biraz çene çalıyorlar sonra bakıyorlar ki hiçbir şey değişmemiş.
Seyretmesi kolay. Halbuki tiyatro, iyi
yazılmış bir metin içinde çok iyi bir matematik olarak çok ince tercihlerle
yaratılmış ve çok seçilmiş şeylerle oluşmuş bir yapıdır. Ve o yapı normalde
sırf televizyon izleyen bir seyirciyi çok zorlayacak şekilde, kafasını
çalıştırmasını, emek vermesini gerektirir.
Her tür tembellik
bizde kolay gidiyor. Neyin çok sevildiğini görüyorsanız seyreden bakımından
tembel işidir. O basit komedileri seyretmek de güzel, o basit dramlara ağlamak
da kolay; bu kolaylığa da bizim seyircimiz genelde bayılıyor.
Bütün o eski aptal
şarkı sözleri gibi. Bütün eski hatta şimdiki şarkı sözlerini hatırlayın. Ne
kadar basit, ucuz, sığ ve sıradan şeyler bu kadar çok seviliyor. Çünkü kafa
çalıştırmamaya çalışmak gibi özel bir yeteneği var bizim seyircimizin maalesef.
Genç bireylerin
neden elinden tutulmuyor da eskilerin alışkanlıkları alışkanlık olarak devam
ediyor. Eskiler neden kendilerini geliştirmiyorlar?
İnsanların
kendilerini dinlediklerinde, içlerinde var olan seslerle konuşurlar. Derler ki “sen aslında şu hayatı
yaşamalısın gidip ona bakmazsan sana yazıklar olsun.”
İnsanın bazen vicdanı bazen sezgileri bazen
heyecanı bazen tutkuları ona yönler verir. İçindeki o duyguya bir macera
önerir. Kendi kapısını çalıp bu yolu tercih etmesi bile cesaret meselesi. Ve o
cesareti gösterebilenlere hiç kimsenin yol göstermesine gerek kalmaz çünkü o
kendi yolunu kendi bilmektedir.
Ama dediğiniz gibi, tabi okullarda da, milli
eğitimde de yada başka yerlerde de tiyatro denen 2000 yıllık sanatın
temsilcileri, gerçek kahramanları o insanları keşfedip o insanlara yön
verebilmeliydiler. Ya da o insanların
çocukluk yıllarından itibaren izledikleri oyunlar o kadar iyi olmalıydı ki, ben
de bunun içinde olmalıyım, diyerek kendini teslim etmek için aramalıydı
tiyatroyu.
Bizde genellikle o
kadar feci yapılıyor ki, onu gören kişi ne var bunu ben de yaparım deyip,
beğenerek değil hakir görerek gelenlere rastlanıyor.
İNSAN KENDİNİ
YARATMAK İÇİN BİR ŞEY DEVİRMEK ZORUNDADIR.
İnsanların
kendisini geliştirmesi açısından bir farkındalığı gerekiyor. Bu farkındalık da
çoğunlukla aile baskısı yüzünden sönümleniyor. Nasıl bir kıvılcım gerekiyor,
sizde nasıl bir kıvılcım oluşmuştu?
Can sıkıntısından
ölüyordum çünkü. Çok disiplinliydim ve çok ağır terbiyeden geçirmişti beni
ailem. Ve ben kendi hayatımı, kendi heyecanlarımı, kendi mutluluğumu tiyatroda
bulacağımı çocukluğumdan beri biliyordum. Ve bunu yapmak için çok çabaladım.
Çok baskı altında geçti o yüzden öğrencilik hayatım. Ama en sonunda herkesin
bir devrimi vardır hayatta. O devrimi yapmak zorundasın. Kimisi babasına yapar
kimisi annesine, kimi kendine, kimi mahallesindeki onu aşağı çektiğini düşünen
koşullara kimi bir şehre kimi bir ülkeye. İnsan kendini yaratmak için bir şey
devirmek zorundadır.
Yani siz
kendinizi tiyatro dışında bir şeyde düşünmemiştiniz.
Evet, bunu çok
istedim. Orkestra da istiyordum. Şu an çok mutluyum evvela eski İTÜ’lü
arkadaşlarımla kurduğumuz bir orkestramız da var. Hem müzik yapıyoruz hem de
ben 30 senedir neredeyse her gün tiyatro yapıyorum. Bir mutluluk hikayesi ama
bir devrimle oluyor.
“GEBER!”
DİYORUM
Muzdarip
olduğunuz yazarlarla ilgili durumda karşılaştığınız sorunlar çoğunlukla ne
oluyor?
Gerizekalılık,
basitlik, aptallık, müsamere tezahürleri ,
bir oyunun duygusal itiraflardan kaynaklanmasını düşünmeleri
yazdıklarının içinde ne bir matematik yok ne espri ne de sürpriz olmaması. En acısı da şu; onların bir yazar olmak
istiyorsa bir dünya yazarını okumadığını görüyorum. Çünkü şu aptallık hala var
başımızda bir bela. Çocuk diyor ki şair olmak istiyorum. Ben diyorum ki ah ne
güzel, hangi şairleri okudun? Çocuk diyor ki, hiçbirini okumadım hocam
etkilenmek istemiyorum. Ben diyorum ki ona, geber.