belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

12 Temmuz 2014 Cumartesi

FİLİM 1. BÖLÜM

FİLİM hikayesi iki bölümden oluşmaktadır. hikayenin ikinci kısmına bölüm sonundan ulaşabilirsiniz.

“Bana bir bardak –biiiiiip- verir misin?” Ne oluyor –biiiip- hayda! Ne oluyor oğlum? Yahu niye kimse bir şey söylemiyor.
Bundan sonra böyle ağabey, dedim. “Sen kimsin?” dedi. Ben, senin yani daha doğrusu seni çok seven birisiyim, dedim.
“Ne arıyorsun burada?” dedi.
Ee, seni izliyorum. Ben yedi yaş üstüyüm, dedim;(cevap vermedi.) daha doğrusu izlemeye çalışıyorum. İnan bu bipler bana da gına getirdi. Ama ne yapalım bipli mipli idare ediyoruz.
“Sen beni nasıl izliyorsun ki?” dedi.
Televizyondan, dedim rahatlıkla.
“Nasıl televizyondan,” diyerek güldü. “İyi de bu sinema filmi.”
Biliyorum da ağabey, çok eskiden sinema filmiydi. Artık televizyonda oynatıyorlar belli aralıklarla. Baya izleyen de var hani. Gerçi tadı kaçtı son yıllarda. Ota –bipe- bip. Aha! Bak beni de biplediler.
“Ne –bip-ten bir şeymiş bu bip” dedi.
Aynen ağabey, haklısın, dedim. Bozuntuya vermemeye gayret ediyor, yine de merakını gizleyemiyordu. Ben kimdim, nereden gelmiştim, bilmiyordu. Esasında ben de oraya nasıl gittiğimi bilmiyordum. Her zaman böyle hayalim olmuştur: televizyonda gördüğüm, hoşuma giden yerlere televizyonun içine girerek gidebilmek.
Karşılıklı bozuntuya vermeden duruyorduk.
“Öyleyse bu televizyon faydalı bir şey,” dedi. “İnsanlar eskiden evlerinin damlarından, çocuklar aralardan sıyrılarak açık hava sinemalarında izleyebiliyorlardı bizi. Sen şanslısın ki evinde rahat rahat izleyebiliyorsun.”
Avantaj olarak, televizyonun karşısında koltuğa yayılma rahatlığından söz ediyorsan, evet haklısın, dedim. Ama sadece bu açıdan.
“aman sen de.. Daha ne istiyorsun. Fırsatlarının değerini bil” dedi.
Arkadakiler sessizce bekliyorlardı. Sanki alışkınlarmış da, oyunlarına devam edebilmek için sohpetimizin bitmesini bekliyorlardı. Arada sırada kaçamak bakışlarla onları süzüyordum. Derdimi anlamış gibilerdi. Ağabeye dönüp, “Anlasana be abi” dedim. Arkadakiler güldüler.
“Ne gülüyorsunuz lan eş.. –biiiiip-“
Aman, diyerek yayıldığım koltuktan kalktım.gördün mü be abi, ne rahat var ne bir şey. Keyifle izleyemiyoruz işte.
Televizyonu kapattım. Annem girdi salona “Kiminle konuşuyorsun oğlum?” diye sordu. Kendi kendime, dedim. “Neyin var yavrum?” dedi. Bir şey yok be anne. Filmi izleyemiyorum ona canım sıkıldı, dedim.
Kendi odama geçip yatağa uzandım ve düşünmeye başladım. Defalarca izlediğim bir filmi tekrar seyretme isteğim bana da saçma geliyordu. Fakat ortada bir inat durumu söz konusuydu. Her şeyi, olduğu gibi izleyebilme inadı; şeffaflıkla. Niye bipliyorlardı ki sanki. Neyi gizliyorduk birbirimizden. Onu bunu bozlayarak hayatımızda küfrün, argonun olmadığını nasıl savunabiliriz? Sokağa çıktığımda ufacık çocukların ağızlarından, filmde duymadıklarımın misli misli küfürleri duymuyor muyum? Pekala duyuyorum. Madem öyle, onları bipleyin. Hem bugün de olan bir şeye müdahale edin. Geçmişte olup bitmiş bir şeyi değiştirerek onun varlığını ortadan kaldıramazsınız ki.
Kaldırsanız bile öyle olduğunu zannedersiniz, bu sefer eksik bir şey olur. Sevişmeden çocuk olur mu kardeşim? Bunlar hem çocuk istiyor, hem de  sevişmeyi kabul etmiyor. Böyle olmaz.
Sohpet içimde kalmıştı. İyisi mi internetten izleyeyim, dedim ve az evvel yarım bıraktığım filme devam etmeye koyuldum.
                                                                                              *
“Bana bir bardak şalgam suyu verir misin?” durdu, yüzüme baktı. “Oh be!” dedi. Biplenmemek ne güzel bir şey. İnsan kendini ciddi anlamda baskı altında hissediyor.
“Şimdi nasıl hissediyorsun peki?
“Şimdi… Özgür hissediyorum.”
Buna sevindim.
“Yahu bunlar şalgam suyunu da mı bipliyorlar? Ne varmış onda?”
Bilmem, araya kaynamıştır. Gerçi dur.. buradan önce yeme içme sahnesi vardı değil mi?
“Evet, baksana nasıl şiştik yemekten”
Bayağı da gömüyordunuz içkileri falan.
“Gömmek?”
Yani yiyip içiyordunuz.
“Canım yiyip içiyorduk da, içkiler sahi değil ki. Meyve suyu, süt falan hep.”
Olsun abi, dedim. Hatta bu yemek sahnesini komple atmışlardı televizyonda, şimdi hatırladım.

hikayenin devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://oguzhanozcan.blogspot.com.tr/2014/07/filim-2bolum.html

FİLİM- 2.BÖLÜM

“Atılmış mıydı?” diye şaşırdı. “Ben de diyorum, bir şeyleri eksik hissediyorum diye. Bir öncekinden daha şişim mesela şu an.” Gülüyordu konuşurken. Ama acı bir tebessümdü yüzündeki. Gözlerimin içine baktı. Aslında üzülüyordu, benim dönemime üzüldüğünü söylüyordu gözleri. Efkarlandı ve bir sigara yaktı. Dumanı üfledi.. üfledi… üfledi. Sigarayı tekrar ağzına götürürken elindeki buğuluk dikkatini çekti. Paniğe kapıldı vücudundaki bu deformasyondan dolayı, sigarayı attı. Elinin düzeldiğini gördü; şaşırmıştı, anlam veremiyordu.
“Bu da ne  oluyor şimdi?” diye sordu.
Hayda! Dedim ben. İnternette de mi böyle? Sinirlenmiştim. O ise hala merak içindeydi.
“Yahu bu da neyin nesi, açıklasana!”
Bu, şey abi: sigara içiyorsun ya, onu da buğuluyorlar.
“Niye ki?”
İşte sigara içtiğin belli olmasın diye.
“Ne yani, bu buğu olunca sigara olduğu anlaşılmıyor mu? Ne biçim devirde yaşıyorsunuz siz?
Öyle maalesef, diyebildim. Ne diyebilirdim ki başka.
“Peki nende tüm bunlar?”
Bir anlık gafletle ağzımdan kaçırdım: işte kötü örnek olmasın diye, dedim. Söyler söylemez dediğime pişman oldum.
Önce yüzüme baktı donuk donuk. Uzunca bir süre hiçbir şey yapmadan baktı. Dudakları titredi, gözleri buğulandı. Önündeki pakete uzanıp, elindeki deformasyona aldırmadan bir sigara alıp yaktı. İki kere ağzına götürdükten sonra sandalyede öne doğru eğitli, masaya dayandı.
“Kötü örnek ha” sesi çıktı belli belirsiz.
“Ben, hayatım boyunca insanlara iyi örnek olmaya çalışmış biri olarak, bir filmde rol gereği küfrediyor, sigara içiyor diye kötü örnek mi oluyorum? Yaptığımız filmlerde ders alınması anlamında kötüyü göstermemiz de sansürleniyor mu peki? Onların da eleştiri tarafları sansüre uğruyor mu?”
İstisnalar hariç, ne anlatmaya çalıştığını bilmediğimiz filmler çekiliyor artık zamanımızda, dedim. İstisnaların da pek değeri bilinmiyor aslında.
“Ee evladım ne izliyorsunuz siz?”
Boşuna mı seni izlemek için cebelleşiyorum, dedim.
Boynumdan çekip sarıldı bana: “Vah talihsiz yavrum, ve nice senin gibiler” dedi. Uzun süre öyle oturduk. Bir umutla:
“Ee hiç yok mu örnek alacağın biri,” dedi. “Gerçi kötü örnek olmasın diye argo, içki, sigaranın sansürlendiği bir sistemde örnek olarak gösterilenler de ancak iktidarın maşası olur.” Dedi.
Dönüp yüzüne baktım; haklısın, dedim. Saatine baktı:
“Ama bak film bitiyor, artık kalkmamız lazım” dedi.
Vedalaşmak zor görünüyordu.
“Sen yine beni ziyarete gel; ama hep bu filmde değil. Kafanı tek bir şeye odaklarsan çeşitli düşünmeyi öğrenemez, sabit bir insan olursun. Yarın ‘şu’ filmde buluşalım. Ama televizyonda izleme. İçinde küfür var yine, küfür dediğim; beni biliyorsun. Ama onlar küfür sayılıyor, vay halinize. Kötü örnek olmayalım sana şimdi. Ama gel gör, asıl anlatmak istediğimiz meseleyi anla ki, ortak bir dil kuralım; fakat senle ben. Çünkü aracı ile ortak bir dil kurmaya kalkışırsan böyle kötü örnek yanılgılarına düşersin. Yarın yine görüşürüz.”


                                                                               SON

                                                                                              FİLİM FİLM