FİLİM hikayesi iki bölümden oluşmaktadır. hikayenin ikinci kısmına bölüm sonundan ulaşabilirsiniz.
“Bana bir bardak –biiiiiip- verir misin?” Ne oluyor –biiiip-
hayda! Ne oluyor oğlum? Yahu niye kimse bir şey söylemiyor.
Bundan sonra böyle ağabey, dedim. “Sen kimsin?” dedi. Ben,
senin yani daha doğrusu seni çok seven birisiyim, dedim.
“Ne arıyorsun burada?” dedi.
Ee, seni izliyorum. Ben yedi yaş üstüyüm, dedim;(cevap
vermedi.) daha doğrusu izlemeye çalışıyorum. İnan bu bipler bana da gına
getirdi. Ama ne yapalım bipli mipli idare ediyoruz.
“Sen beni nasıl izliyorsun ki?” dedi.
Televizyondan, dedim rahatlıkla.
“Nasıl televizyondan,” diyerek güldü. “İyi de bu sinema
filmi.”
Biliyorum da ağabey, çok eskiden sinema filmiydi. Artık
televizyonda oynatıyorlar belli aralıklarla. Baya izleyen de var hani. Gerçi
tadı kaçtı son yıllarda. Ota –bipe- bip. Aha! Bak beni de biplediler.
“Ne –bip-ten bir şeymiş bu bip” dedi.
Aynen ağabey, haklısın, dedim. Bozuntuya vermemeye gayret
ediyor, yine de merakını gizleyemiyordu. Ben kimdim, nereden gelmiştim,
bilmiyordu. Esasında ben de oraya nasıl gittiğimi bilmiyordum. Her zaman böyle
hayalim olmuştur: televizyonda gördüğüm, hoşuma giden yerlere televizyonun
içine girerek gidebilmek.
Karşılıklı bozuntuya vermeden duruyorduk.
“Öyleyse bu televizyon faydalı bir şey,” dedi. “İnsanlar
eskiden evlerinin damlarından, çocuklar aralardan sıyrılarak açık hava
sinemalarında izleyebiliyorlardı bizi. Sen şanslısın ki evinde rahat rahat
izleyebiliyorsun.”
Avantaj olarak, televizyonun karşısında koltuğa yayılma
rahatlığından söz ediyorsan, evet haklısın, dedim. Ama sadece bu açıdan.
“aman sen de.. Daha ne istiyorsun. Fırsatlarının değerini
bil” dedi.
Arkadakiler sessizce bekliyorlardı. Sanki alışkınlarmış da,
oyunlarına devam edebilmek için sohpetimizin bitmesini bekliyorlardı. Arada
sırada kaçamak bakışlarla onları süzüyordum. Derdimi anlamış gibilerdi. Ağabeye
dönüp, “Anlasana be abi” dedim. Arkadakiler güldüler.
“Ne gülüyorsunuz lan eş.. –biiiiip-“
Aman, diyerek yayıldığım koltuktan kalktım.gördün mü be abi,
ne rahat var ne bir şey. Keyifle izleyemiyoruz işte.
Televizyonu kapattım. Annem girdi salona “Kiminle
konuşuyorsun oğlum?” diye sordu. Kendi kendime, dedim. “Neyin var yavrum?”
dedi. Bir şey yok be anne. Filmi izleyemiyorum ona canım sıkıldı, dedim.
Kendi odama geçip yatağa uzandım ve düşünmeye başladım.
Defalarca izlediğim bir filmi tekrar seyretme isteğim bana da saçma geliyordu.
Fakat ortada bir inat durumu söz konusuydu. Her şeyi, olduğu gibi izleyebilme
inadı; şeffaflıkla. Niye bipliyorlardı ki sanki. Neyi gizliyorduk
birbirimizden. Onu bunu bozlayarak hayatımızda küfrün, argonun olmadığını nasıl
savunabiliriz? Sokağa çıktığımda ufacık çocukların ağızlarından, filmde
duymadıklarımın misli misli küfürleri duymuyor muyum? Pekala duyuyorum. Madem
öyle, onları bipleyin. Hem bugün de olan bir şeye müdahale edin. Geçmişte olup
bitmiş bir şeyi değiştirerek onun varlığını ortadan kaldıramazsınız ki.
Kaldırsanız bile öyle olduğunu zannedersiniz, bu sefer eksik
bir şey olur. Sevişmeden çocuk olur mu kardeşim? Bunlar hem çocuk istiyor, hem
de sevişmeyi kabul etmiyor. Böyle olmaz.
Sohpet içimde kalmıştı. İyisi mi internetten izleyeyim,
dedim ve az evvel yarım bıraktığım filme devam etmeye koyuldum.
*
“Bana bir bardak şalgam suyu verir misin?” durdu, yüzüme
baktı. “Oh be!” dedi. Biplenmemek ne güzel bir şey. İnsan kendini ciddi anlamda
baskı altında hissediyor.
“Şimdi nasıl hissediyorsun peki?
“Şimdi… Özgür hissediyorum.”
Buna sevindim.
“Yahu bunlar şalgam suyunu da mı bipliyorlar? Ne varmış
onda?”
Bilmem, araya kaynamıştır. Gerçi dur.. buradan önce yeme
içme sahnesi vardı değil mi?
“Evet, baksana nasıl şiştik yemekten”
Bayağı da gömüyordunuz içkileri falan.
“Gömmek?”
Yani yiyip içiyordunuz.
“Canım yiyip içiyorduk da, içkiler sahi değil ki. Meyve
suyu, süt falan hep.”
Olsun
abi, dedim. Hatta bu yemek sahnesini komple atmışlardı televizyonda, şimdi
hatırladım.hikayenin devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://oguzhanozcan.blogspot.com.tr/2014/07/filim-2bolum.html