belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

31 Aralık 2012 Pazartesi

UYKU OLMAYAN UYKU HALLERİ-UYANAMAYANLAR


Uyan oğlum Turgut, ne kadar zaman geçti biliyor musun? Sen daha uyumaya devam et, ellerinden kayıp gidenlerin farkına varamıyorsun. Hangi haftaları gözüne kestirdin de bu zamana kadar geldin. Hiç bilebilir miydin bugün bu köşede seninle dertleşeceğimi; hiç tahmin eder miydin bu kadar süre yaşayabileceğini. Uyan, oğlum Turgut, uyan boşa vakit geçirme zamanı geçti.
Karşımdasın, usulca bekliyorsun beni. Yumuşacık ellerin, sana vermek üzere aldığım ama veremediğim geceliğin. Veremedim, çünkü neden, biliyor musun? Korktum, tepkinden, tepki göstereceğinden. Senin adına karar verdim, seninle uyuma arzuhalime ihanet ederek.
Ellerini ensemde  hissediyorum, beni yavaşça kendine çekiyorsun. Bakmaya korkuyorum gözlerinin içine, bu yüzden yumuyorum gözlerimi.
Bana bakıyorsun , sarılıyorsun tıpkı hayal ettiğim gibi. İşte bu yüzden gözlerimi açmak istemiyorum. Bir boşlukla karşılaşmanın yaratacağı buhranı kaldıramayacağımı düşündüğümden olabilir tercihim. Biliyorum evvela karşımda değilsin, sevgi sözcüklerini söylerken ben değilim hitap ettiğin.
Neden geçmiş özlemidir sürüp giden bilmem. Sahi sen bilir misin ? Bana kalırsa geçmişi özlemenin sebebi, toprağa bakmanın korkusundan geliyor. Bu yüzden mi beton yığınlarına sığınıyoruz dersin?Sonra doğayla iç içe olabilmek için fırsat mı kolluyoruz yalnız kalmaya? Bir tabut, kefen, kireç ve toprakla yalnız başına mezarda. Bir ev, bahçe ve toprak yalnızlıkla.
Geçmişte öldürdüğümüz insanları mı arıyoruz geleceğin içindeyken; kaybettiğimiz zamana mı yanıyoruz geçmişteyken? Neden sürekli pişmanlık duygusu hissediyoruz yaşıyorken? "Seni seviyorum" diyemediğin için mi? "Sana yazıklar olsun!" diyemediğin için mi? Af dileyemediğin için mi? Yoksa ona yazdıklarını vermekte geç kaldığın için mi?
Hayır, ben değilim yanındaki,bunu isteyen sadece benim. Sen bundan haberdar değilken sana sarılan benim, tek başıma uykuya dalıyorken.
Uyan oğlum Turgut, çok mu vakitlice gitmeme derdindesin.
Rüya olduğuna eminim. Bunca sevgi sözcüğünü ben bile bu kadar çok söylemem sana.
Herkesin dünyası kendine Turgut. Sen hiç başkaları tarafından yaşatılamayacağını mı düşünüyorsun?
Bilmez olur muyum? Ben Turgut: senin bir isimdaşından etkilenişinden, bir isimdaşım sayesinde zihninde yer aldım.
Kim seni hayal eder bilemezsin oğlum Turgut. Mesela annen seni kaç kere okuyup adam olmuş şekilde hayal etmiştir ben bilirim.
Ben o dönemlerde daha çok resimli dergilerde gördüğüm kadınları yanımda hayal ederdim. Tamam, sapıklığın lüzumu yok. Ergenlik çağımın getirdiği bir şeydi. Ama sevince anladım. Sen bilir misin sevince başka kimseyi görmez insan. Rüyalarında bile onu görürsün. Gece onu rüyanda görme umuduyla yatarsın, sabah da onu o gün görme umuduyla yataktan kalkarsın.

Onunla konuşursun, ona mektuplar yazarsın, seranatlar yaparsın, hediyeler alırsın, sarılırsın, öpersin, korklarsın. Anlayacağın onunla aşkın tadına varırsın. Sahi aşk nedir?
Aşk, aşkın sabit bir tanımı yoktur be Turgut. Aşk herkesin lügatında farklıdır; çünkü her aşık aşkını kalbinde farklı yaşatır.
Benim için aşk ağlamaktır.
Yan komşu Suphi içinse yedi yirmi dört sırıtmaktır.
Aman, o ne anlar aşktan be!
Ne biliyorsun da konuşuyorsun be Turgut. Hasetlik etmenin anlamı yok. O, aşkıyla kadehlerini tokuşturuyor, sen ne yapıyorsun?
Aha! Ben de tokuşturuyorum. Hem de rakı bardaklarımızı, naber?
Başka?
Yan yana geziyoruz, eğleniyoruz, gülüyoruz.
Hani  ulan ağlamaktı aşk! Gülüyorsun ya sen. Şebeğe döndün iki dakikada.
Yahu kızın yanında da mı ağlayacağız, aaa?
Hangi kızın?
Ee, onun işte. Onun, onun. İşte onun, diyeyim sen anla, siz anlayın. Seviyorum ulan çok seviyorum.
Ölüyorum ulan. Ben ölürüm kızım senin için. Kafayı yiyesice seviyorum. Böyle kitlenip, söyleyecek kelime bulamayıp sürekli "seni seviyorum" diye haykıracak kadar çok seviyorum seni, anlıyor musun? Oh be! Gidiyorum ulan!
Elimde hediye paketim, sana yazdığım notlarım; sana ait olan ama hala bende duran ne varsa getirdim sana. Çok zaman kaybettim, bir bu kadar daha bekleyemem kusura bakma.
Zile basıyorum, bu ibare artık geçmiş takısını aldı. İçeriden belli başlı sesler duyuyorum. Bunlar, kapıya gittikçe yaklaşan bir bireyin adım atarken, ayağındaki terliklerin yerden çıkardıkları seslere tekabül ediyor. Kapı açıldı, işte karşımdasın. Evin kapısına ulaşmak için çıkılması gereken basamaklar olduğundan şu an eşit boydayız. Bir adım attım, fark yine arttı. Bir adım attım ama devamı senden gelmeli. Peki...
"Sana bir şey versem kızar mısın?" 
"Hayır"
Elimdeki kağıdı uzattım
"Ne bu?"
"Sadece oku,ama ben gittikten sonra." 
Teşekkür ettim, geri çekildim. İlk adımı atmak üzereydim ki, kolumda elini hissettim. Tuttun, döndüm ve sana baktım. Çok güzeldin. Hep bu anı hayal ederdim, sana bu kadar yakın olmayı. 
Bir dakika...yoksa... Hayır! 
Yüzlerimizi birbirine yaklaştırıyoruz. Dudaklarımızın temas etmesine ramak kaldı. Burnundan çıkan sıcak nefesi hissedebiliyorum dudaklarımda. Kitlendim  adeta. Ellerimi alıyorsun, yumuşacıklar, beline götürüyorsun. Bana sarılma isteğinin bulunduğunu anlıyorum. 
Fakat  gözlerimi açmıyorum, korkuyorum. Hayır, açarsam.... kaybolacaksın. 
Uyan, oğlum Turgut uyan; yine daldın, yine elinde bardak, uzaklardasın. Ayıp oluyor ha! Madem onun yanındasın, ne diye buralarda sürtüyorsun. Uyan oğlum Turgut uyan; hayal yeteneği sadece sende mi var sanıyorsun? Mesaj geldi, al!
"Selam Turgut, yazını çok beğendim...."

31.12.2012          

12 Aralık 2012 Çarşamba

KİMSENİN DUYMADIĞI KONUŞMALAR


Duyuyor musun?... üç saattir aynı sesi dinliyoruz… iyi misin? Pek iyi değilsin gibi geliyor bana. Kalkmama yardım eder misin? Ben tek başıma kalkamıyorum da. Tamam, zorlamıyorum seni konuşmak için. Bana yardım etmekle mükellef de değilsin. Duyuyor musun? Üç saattir aynı sesi dinliyoruz. Şıp şıp diye damlıyor yukarıdan sular. Hangi halinde daha rahatım, bilmiyorum. Su damlamazken, ortaya çıkan sessizlik anında mı, yoksa suyun yere düştüğü anda mı? Ben, suyun yere düşmesini mi bekliyorum, yoksa düşmesin mi istiyorum? Sessizlik istiyorsam neden o sesin gelmesi için kulak kabartıyorum.
"Ayağa kalk! Kalksana ulan!Tutun şunu hadi, götürün!"
Onlar çok acımasız. Her gün bana dayak atıyorlar. Onlardan nefret ediyorum, yanıma geldiklerinde sürekli canımı yakıyorlar."
“Konuşmuyor!”
“Konuşsana ulan dilini mi yuttun?”
“Al götür şunu, bir daha da emin olmadan eminim deme!”
“Emredersiniz.”

                            *

“Konuşana kadar yemek yok bu şerefsize.”
“Abi zaten yemek yemiyor. Ölür yakında.”
“Ölmeyecek ulan, onun ölümü benim elimden olacak beniiim!”
“Zaten ölmek istiyorum falan filan diye söyleniyordu hep.”
“Kaç gündür yemek yemiyor?”
“Üç gün oldu.”
“Ölür mü lan yoksa?”
“Yok abi bunun kafadan otuza kadar yolu var.”
“Sen nereden biliyorsun ibibik?”
“Abi o grev mırev yapanlar var ya. Çok gördüm zamanında.
“İyi bakalım.”

Karanlıktan nefret ediyorum. Karanlık yüzünden sürekli uyumak zorunda kalıyorum. Sonra ışık açıldığında gözlerim acıyor, alışamıyorum. Açın ışıkları, lütfen açın açın! Uyumak istemiyorum bu gece, açın!
Duymuyor mu seni? Boşuna uğraşma duymuyor. Çabanın bir hezeyanla sonuçlanacağını bile bile neden uğraşasın ki.
Hayır, yanıma gelin, buraya gelin! Sizi yanımda görmek istiyorum. Yalnız kalmak istemiyorum, lütfen gelin, yalvarırım. Yalnızlık beni her geçen gün biraz daha öldürüyor.

“Aç hadi ışıkları… piğğğ leş gibi kokuyor. Getirin şunun yemeğini hadi.”
“Abi emin misin?”
“Yahu konuşma da dediğimi yap.”
“Daha kötü olacağından korkuyorum.”
“Nereden biliyorsun daha kötü olacağını ha? Nereden?”
“Öncekilerden işte.”
“Oğlum, seni gömerim buraya!”
“Tamam abi.”

Gözlerimi açamıyorum. Işığı açıyorlar. Kapatın, ışıktan nefret ediyorum. Uykumun kaçmasına neden oluyor. Kapatın ışıkları lütfen, lütfen hiçbir şey görmek istemiyorum. Ne sizi ne sesinizi ne de yemeklerinizi. Götürün, yemeyeceğim, anlıyor musunuz yemeyeceğim.

“Ne o yemeyecek misin yoksa? Bak bak şunun hareketlerine, köşeye çekiliyor. Böyle yaparak kurtulacağını mı sanıyorsun? Boşuna kaçma, yiyeceksin; ölmeyeceksin oğlum ölümün benim elimden olacak. Ben ne zaman istersem o zaman ölebilirsin. Anlıyor musun ulan? Ye ulan şunu ye! Aç lan ağzını kancık. Sıçarım senin keyfine. Nasıl oluyormuş istemediğin bir şeyle karşılaşınca. Konuşmayı kabul etmezsin demek ha. Aç lan ağzını aç!”
“Abi dur gözünü seveyim dur lütfen, zorlama.”
“Kes lan sesini. Aç hadi aç aç aç!”

Durduramadım. Gücüm yoktu. Sen de bana hiç yardımcı olmadın. Bu beden benim değildi, kararlarım onların elimdeyken. Engel olmadı hiç kimse ne ben nede sen. Karnım aç. Yemek yemekten nefret ediyorum. Vücudumun çeşitli yerlerinden kan akıyor. Bedenimi kırmızıya boyuyorum. Bu benim tercihim değil, yaralarımı saramıyorum onlar sarmamı istemediği için.
Dokunamıyorum yaralarıma, kendi yaralarıma; onlar bir başkasının eseri olduğu için. Benim bedenim üzerinde, daha fazla hak sahibi oldukları için. Gülemiyorum, onlar bana gülme hakkını tanımadıkları için. Ağlayamıyorum, onlar ağlamama sebep bulamadıkları için. Düşünemiyorum, düşüncelerimi paylaşamıyorum; düşündüklerim onlarınkiyle denk düşmediği için.
Yüzümde tuhaf bir ürperti var. Gözlerimden başlayarak yüzümü kaplıyor. Elimi götüremiyorum yüzüme, kelepçe bağladıkları için.
Neden diyorum, neden buradayım. Cevap veremiyorlar haklı gerekçeleri olmadığı için.
Sesi duyuyor musun, üç saatten biraz daha fazla süredir aynı sesi dinliyoruz. Ama onları kimse duymuyor. Sadece benim içimde can buldukları için.

7 Aralık 2012 Cuma

AÇIK KALMIŞ BİR KAPI



“Kapı kilitlenmiyor.”
“Boşver, kim uğraşacak sanki. Girdiğine gireceğine pişman olur hırsız.”
“İyi, sen öyle diyorsan.”
Merdivenlerden hızla inen Akif’e takıldı Cemil. Apartmanın dış kapısına yetişebildi ancak.
“Hadi, akşam görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Yürüyorum, Akif işe gittiğimi sanıyor; fakat birkaç haftadır işsizim. Ona söylemeye çekiniyorum.  Üzerinde zaten yeterince sıkıntı var. Yakın zamanda söylemek zorunda kalacağım nasılsa. İyisi mi biraz daha beklemeye devam edeyim ben. Gün ne getirecek, belli olmaz.
                            *
Bakayım, tamam gözden kayboldu. Hadi toparlanın eve giriyoruz. Bunu yapmak zorundayım. İyilikle ayıramayacağım seni yanımdan. İyisi mi seni mecbur edeyim buna. Anlamıyorsun Cemil, kimi konular üzerinde beni gerçekten anlamıyorsun.
                            *
Anlatmıyor, anlatmayınca da anladıklarım kadarıyla anlamlandırıyorum. Hata mı ediyorum bilmem. Ortak dil bulamıyoruz kaygısı güdüyorum. Peki neden Akif? Neden anlatmıyorsun, çekiniyor musun yoksa kendinden mi utanıyorsun?
                            *
Genellemelerden nefret ediyorum. Bir örneği herkese dayatma içgüdüsünden. Bir psikiyatrinin, her genç bireyin yaşadığı sorunu aynı pencerede görmesinden. Ama ben o kişi gibi genelleme yapmıyorum.
İnsanlar anlamıyorlar veya anlatamamalarından kaynaklanıyor bu sorun. Anlatamamanın temelinde ise kendilerini anlayamama sorunu yatıyor. “Sen kimsin?” desem, gevelersin, kim olduğunu bilmiyorsun. Bu halde anlaşılamamaktan yakınıyorsun.
                             *
Elinde bir fotoğraf var Akif. Sevdiğin kızın fotoğrafı değil mi? Ona bakıp, bakıp ağlıyorsun, tıpkı karşındaymışçasına konuşuyorsun onunla. Biliyorum seviyorsun onu. Nereden mi anlıyorum? Çünkü Akif, sevdiği insanın fotoğrafına bakıyorken, baktığı kişinin canlılığını gözünün önüne getiriyor. Onun terlemesini seviyor. Onun da kendi gibi tuvalete gittiğini biliyor. Ve onu hayal ederken, onu kendi var etmiyor. Var olduğu halde seviyor onu ve ona öylece kucak açıyor.
Bunları biliyorum Akif. Hani sen anlamamamdan yakınıyorsun ya. Esasında seni anlayamamam için ağzında kelimeleri gevelerken değil de, sen sustuğunda, seni dinlediğimden anlıyorum seni. Aslında insan susarken çok daha açık olur karşındakine ama afili cümleleri sevme kibrinden konuşup durur.
                              *
Durup izliyorsun Cemil, hiç tepki vermeden. Kimi zaman cümle bile kurmuyorsun. Bu yüzden psikiyatri kliniğine gittim. Geveledim durdum oturduğum koltukta. Ama karşımdaki kişi daha afili cümleler kurarak mağlup etti beni. O an, oturup günlerce sözlük okumak istedim bilir misin? Sonra bana da genel damgasını yapıştırdı. Normal, geçer, dedi. Olay sende bitiyor, dedi. Bir iki seans daha gel, dedi ve beni gönderdi. Onda, senin üstüne kurduğum üstünlüğün etkilerini göremedim.
Alt etti beni Cemil, hep senin yüzünden. Senin pısırıklığın yüzünden. Ne olurdu bir kere karşı çıksaydın bana. Ama anlamıyorsun ki hiç beni.
                               *
Kalp kırmak kolay be Akif, sonra o kapıyı açmak da zordur; bilemedin hiçbir zaman bunu. Hayat genelde hercaidir, onu tekdüze hale sokan bizizdir. Sonra hayattan şikayet ederiz. Hayat seyrinde devam eder be Akif, o sana, hadi gel, demez; yanına gittiğinde de geri çevirmez.
Ama kapıları biz kapatırız, sonra da kapının kendiliğinden açılmasını bekleriz. Bak, gerçi bilmiyorsun ama işsizim ben hala, haftalardır. Algılarım kapalı, ikimiz arasındaki bağ gittikçe daha da kapanıyor. Engel olamıyorum. Ortak olmayı bilemedik. Halbuki kalbin dilediği, aklın söylediği birbirine denk düştüyse mükemmele yakınsındır. Biz ortaklaşamadık. Ya aklı dinlettik ya da kalbi. İkilem üzerinden yaşatarak birbirimizi anlamadık. Uzaklaşıyorum Akif, uzağa gidiyorum. Sen yoksan ben yokum, ben yoksam da sen yoksun. Ne seninle oluyor ne de sensiz, diye bir şey yok yani.
Kapı kitlenmiyor Akif, kilidi değiştirdiğini biliyorum. Kapı açılmıyor Akif, sana ölümümü sunamıyorum. Keşke, keşke o kıza açılsaydın Akif, hala yaşıyorsan, hiçbir zaman geç değildir. Keşke bunu daha önce söyleseydim sana.
                               *
“Üzgünüm, tüm önlemlerimize rağmen üç haftadır verdiğimiz mücadele sonuç bulmadı, hastamızın beyin ölümü gerçekleşti. Karar sizin, çok üzgünüm, maalesef elimizden hiçbir şey gelmiyor.
Biliyorum, şu anki durumunuzu anlamak zor; ama çocuğunuzun organlarını bağışlayabilirsiniz. Başta kalbini, uzun zamandır bekleyen bir hasta var.”