belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

29 Ağustos 2013 Perşembe

GECEDE YAŞAYANLAR- 5. BÖLÜM

Yerden çıkan tak tuk sesleri dikkatimi çekti. Ayaklarıma baktım. Takunyalar! Lanet olsun! Camiden çıkarken vermişlerdi sağ olsunlar. (Sağ mı olsunlar?) İyi insanlardı yahu. Ha demek o nedenle garip garip bana bakıyorlardı. Günahlarını aldım iyi mi? Fahişeye verir gibi attım bir de parayı. (Hayat kadını desen daha hoş olur.) Bence de.
Yolda rastladığım ilk kunduracıya girip ayağımdakilerden kurtulmak istedim. Artık ayaklarımı acıtmaya başlamışlardı. Bir dükkana girdim, “Merhaba,” dedim.
“Aleykümselam” dedi yaşlı olanı. Ne cevap vereceğimi bilemeden heyecanla “Şeyy ayakkabı alacaktım da. (Da mı?) Nida değil canım, bağlaç niteliğinde.
“Ne oldu sen de mi gazi oldun?” dedi yaşlı olan, kendi aralarında gülüştüler. Hiçbir şey anlamasam da gülmek zorunda hissettim kendimi. Acaba benim bağlacıma bir karşılık olarak mı kurmuştu bu cümleyi? Neden olmasın?
Genç olan “Buyur ağabey” diyerek bana “abi” yaftasını yapıştırdıktan sonra işçiliğini konuşturmaya başladı. Genç olanı incelemeye başladım. Parmağında yüzük, evliymiş demek. Saçlarında da kırlaşmalar var. Hem de benim saçlarımdan daha fazla. Acaba o da benim gibi erkenden mi yaşlanmış? Bilmem, çok genç de durmuyor hani. İyi de neden bana ağabey diyor?
“Başka ne çeşitleriniz var?” dedim. Peşinden sürükleyerek farklı bir reyona götürdü. Aaa! Çaldırdığım ayakkabının aynısıydı. “İşte bu!” dedim. Şaşırdı adam. “Ne oldu ağabey?” dedi. “Çaldırdığım ayakkabının aynısı.” Dedim. Yaşlı olana döndü. “Bak baba gaziymiş.”
Gülüştüler. Babasıymış. Mecburen gülmek durumundaydım. Hııı, gazi. Şimdi anladım, kendi aralarında yaptıkları saçma bir espri. Artık bu takunyalardan kurtulmalıydım. Bu nedenle sokakta küfreden küçük çocukların bile bildiği söz aklıma geldi. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin.” (Hangi köprü?) Lafın gelişi işte. (Ayının köprüde ne işi var?) Ne bileyim? (O zaman neden bu cümleyi kurdun?) Yahu ne bileyim, bir söz işte. Lanet olsun bu söze. Ona bakarsan damlaya damlaya göl de olmuyor. Lafın gelişi, para biriktirmek manasında. (O zaman bu cümleyi neden kullanıyorsun?)
Hay ben bu atasözlerine, deyimlere, onları düşünenlere. Öldürmek lazım hepsini. Bundan sonra tüm atasözlerini boykot ediyorum! Şikayet etmek lazım bu sözleri bulanları.
Hem ayı ayıdır. Ayıya neden dayı diyesin? Ayı, ayı olduğu için ona ayı denir. Ayıya dayı diyeceksek dayıya ne diyeceğiz?
Ben bunları düşünürken kunduracıyla sıkı bir pazarlığa çoktan girmiştik. Adam beni ikna etmek için sürekli “abi, abi” diye hitap ediyordu. Bense fiyatı yüksek bulup, biraz daha indirim yapmasında ısrar ediyordum. Kurduğum her cümlede “-siz” ekinin ifadesini kullanmaya gayret gösteriyordum. Baktım böyle olmuyor. Onun yöntemine başvurdum. Üzüm üzüme baka baka kararırmış, hadi bakalım.
“Abi..” dedim, “Ben buraya gelmişim, camide namaz kılmışım. Ayakkabılarım çalınmış. (Yeterli değil cümlelerim. Abi ifadem onunki kadar güçlü değil) Baksana abi gözünü seveyim, takunyalarla dolaşıyorum. Ayaklarım ağrıyor artık. (Artık acındırmaya da başlamıştım. Performansım gayet yerinde gidiyordu.)”
“Tamam hadi dediğin gibi olsun.” dedi. Ee, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırmış.
Fiyatta anlaşınca, yüzümden eksik olmayan sırıtma ve kazanma gururumla ayakkabıların parasını ödedim. Yaşlı olan, fiyattan emin olmayan edayla “bir dahakine dikkatli ol, çaldırma ayakkabılarını. Bu kadar ucuza bulamazsın sonra.”
“Tamam abi, tamam abi” diyerek aynı zamanda başımı sallayarak (İki işi birden yapabiliyordum.) para üstünü aldım ve dükkandan çıktım. Çıktıktan sonra, ne yapacağım bir daha senin o pis ayakkabılarını. Uğrar mıyım sanıyorsun bu mahalleye, diye sövüverdim. Demek ki ben de köprücülerdenmişim. Hay Allah kahretsin. (Hişt! Bela okuma!)
Sinirledim. Bunun sebebi kunduracılardı. Lanet olsun bütün kunduracılara! Hepsini yakmak lazım, komple yok etmek lazım ayakkabıları. Şikayet etmek lazım bir yerlere. Bundan sonra kunduracıların en büyük düşmanıyım.  Hatta Molotof atayım. Nereden bulunur ki Molotof? Doğru, polisten bulunur. Sizi pis kunduracılar sizi. (Yaa yak kunduracıyı da bir daha ayakkabılarını çaldırınca takunyalarla dön eve). Doğru. Tamam tamam. Müsaade ediyorum kunduracıların açık kalmalarına. (Çok da iyi niyetliyimdir). Hem burada da bir komşum var artık. Ne demişler, ev alma komşu al. (Hani yakmak lazımdı atasözlerini?) Şey, yani şey… orasını karıştırma. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı.. Hay Allah kahretsin.  Yine mi çocukluğuma döndüm?
Eve dönüyorum. Yolda herhangi bir gazete bayisi bulamadım. Evimin bulunduğu sokağa girdim. Yerdeki taşları sayarken, gözlerim aradaki boşluğa takıldı. Anladım ki eve vardım. Sola döndüm, hiç etrafıma bakmaksızın. Belki de kimseyi umursamaksızın. Bir, iki, üç, dört derken on’a gelmeden durdu ayaklarım, cebimden çıktı anahtarlarım.
Elimi uzattım; sonu gelmeyen boşluk dikkatimi çekti. Önce baktım göz ucuyla. Yerde bir kabarıklık vardı, paspasın üzerinde; bir gazete. Nasıl olur? Kim göndermiş olabilir ki?ü falan
Üzerinde “Gazeteniz” yazıyordu. Sağ olun, teşekkür ederim. (Kime teşekkür ettin?) Kim getirdiyse. Gazeteniz yazıyor etikette. Etiketi söküp gazeteyi açtım. Adı “Gazeteniz” miş.  İlginç, dedim.

Dış kapıyı kapatıp ayaküstü gazeteyi inceledim. pek canlı bir gazete değildi. Fazla sayısı yoktu, sayısı falan da yazmıyor. Reklam da görünmüyor. O ilan neymiş? Sayfanın sağ alt köşesinde kalın puntolarla bir şeyler yazılmıştı.

Hiç yorum yok: