belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

30 Mart 2012 Cuma

GÖZYAŞLARININ KUYUSU

Ve ağladım;
Gözyaşlarımın biriktirdiği kuyuya damladı,
Kalbim, katrenin çıkardığı sesle yankılanan mağaraydı,
Ellerim, yüzümü yalayan ıslaklığı kuruladı,
Dilim, hiç olmadığı kadar susmaya başlamıştı.
Ayaklarım, yorgunluğundan yükünü dizlerime bırakırdı,
Dizlerim sürünerek önce pantolonumu sonra etini parçalardı
Soyut yük binmiş sırtımdan kamburum çıkardı
Ve ben biraz daha yaklaşırdım,
Gözyaşlarımın çıkardığı ses azalırdı.

1/10/11

22 Mart 2012 Perşembe

SAHİPSİZ MEKTUP

"Bu yazıyı okumaya başladığınıza göre, mektubun zarfını meraklı hal ve hareketlerle parçalayarak açıp, merakla devamını bekler durumdasınız. Kusura bakmayın, nasılsınız falan diye sormayacağım, siz sorduğumu varsayabilirsiniz. Bu mektubu sahiplenmeyedebilirsiniz; çünkü ben zarfı kapatıp, sokağa bıraktım; bir çöpe gitmediyse ne ala; lakin şu anda sizin elinizdeyse aliyyül ala. (Doğru yazıp yazmadığımı kontrol ettim.)
Okuyun bunu sonuna değin, sıkılmadan, oflayıp poflamadan. Belki şu anda sıkıntılı bir iş veya bir okul yolculuğundasınız; veya hiç okuyacak durumda değilsiniz. Ama bu mektubu sahiplenebilirsiniz de; çünkü, benim mektup yazacak kimsemin olmadığı gibi, sizin de mektup beklediğiniz birisinin olmaması muhtemel dahili. Sıkılırsanız da, o kadar sıkılıyorsunuz canım yaşadıklarınızdan, buraya kadar geldiğinize göre bir paylaşımımızın olduğuna inanıyorum, biraz da bana katlanıverin.
Burada yaşananlar tamamen hayal ürünü falan değildir, belki kimileri buna “oha!” derken kimisi de “aman, ben neler gördüm” diyebilir. Bu kimlerin eline ulaştığına bağlı.
Bendeniz, kulunuz köleniz falan değilim, Refik; öyle alemde şu Refik, bu Refik falan denmez bana, denmedi de bugüne kadar. İlkokuldan terkim, ancak okuma yazmayı bilirim. İlkokulda çok istekliydim. Ayrımcı bir öğretmenimiz vardı, ben ne kadar istekli olsam da o, başka öğrencilere (az kalsın örenci yazıyordum) daha yakın davranırdı.
Onun bu davranışları ve ailemdeki fertlerin erken vefatı nedeniyle, erken yaşta ilkokulu terk etmek zorunda kaldım.
Takdir edersiniz ki içim çok burkuldu, bir müddet hayata küstüm. Dul babaannemin yanında kaldım, vefat olayı başarında. Annemi de babamı da ayrı özlüyordum. Bir annenin yaptığı yemeği, bilhassa kendi annemizin, tadı başka hiçbir yemekten çıkmadığı gibi, bir babadan bisiklet isteyememenin burukluğunu da çok çektim desem yalan olmayabilir. Ama tabi ki anne ve baba özlemine sadece bu açıdan bakmıyorum. Bisiklet sahibi olmayı çok isterken babaannemin “Cennete giden insanın istediği her şey olur,” ifadesine dayanıp, ilk ölme hasretlerine girişirdim. Şimdi ise, daha doğrusu o günlerde, ailemi görebilmenin tek yolunu ölümün getirebileceğini öğrenmek, öte dünyaya daha sıkı sıkıya bağlanmama neden olmuştu.
Dul babaannemin de yaşaması uzun süre sürmedi ailemin vefatından sonra.
Artık kimsem yoktu, annemin babama kaçışı sebebiyle anne tarafından kimseyle görüşmüyor, kimseyi de tanımıyordum. Babamın ise tek kardeş oluşu, beni dokuz yaşlarında hayatta tek başına kalma mücadelesine sürüklüyordu.
İsyan ettim çocuk aklımla; çocukluğumda şansımın yaver (yaver ifadesini ilk kez kullandım) gitmediği oyunlarda bile aşırı öfkeyle sinirlenip yersiz küfürler ederdim. İsyanın pek faydası olmadı açıkçası; ne durdurabilirdi gözyaşlarımı ne de geri getirdi annemle babamı.
Kiralık evimizden de şutlandım elbette, çocuk esirgeme kurumu vs. bir yere götürdüler beni, evime eşyalarıma ne oldu hiç bilmiyorum. Ama duramıyorum burada, uzak geliyor bana. Günlerce plan yaptıktan sonra oradan kaçmayı başardım.( o kadar dizide oluyor ben mi yapamayacağım!) çünkü orada ölmeyi başaramayacaktım, dışarıda bu olasılık daha fazlaydı. Aileme kavuşmak istiyordum, onlara sıkı sıkıya sarılmayı.
'Allah’ım ne olur, gözlerimi açtığımda karşımda annemi göreyim. Söz sana , yaramazlık yapmayacağım, annemi de üzmeyeceğim.' Ama O, duamı kabul etmedi, herhalde beni hiç sevmiyordu. Bana garezi var kesin, koca şehirde başıma kötü bir olay gelmiyordu.
Dayanamıyorum açlığa daha fazla, ellerim, kollarım, yüzüm ve de kıyafetlerim kir pas içindeydi. Susuzluktan, dilim dışarıda dolaşıyordum, belki de o an hayvanları çok iyi anlayabiliyordum. Bir çeşme buldum yol üzerinde, hemen koştum, heyecanla musluğu açtım. Çok az akan sudan aldığım her yudumda daha çok rahatlıyor ve şu an bulunduğum durumdan daha beter durumda olduğumu anımsıyordum. Yanıma yaklaşan köpeği de fark edince, minik ellerime su doldurup onu da rahatlatmaya çalıştım. Köpek gittikten sonra ellerimi, yüzümü temizleyip, çeşmenin yanı başına oturup, belli belirsiz beklemeye başladım.
Önüme madeni bir para düştü. Parayı düşüren adam fark etmemişti anlaşılan; ne sağına, ne soluna ne de arkasına  bakmaksızın yoluna devam ediyordu. parayı yerden aldım 'Amca... amca! Bakar mısınız amca!'
Küçük adımlarla ona yetişmekte zorlansam da sonunda ona ulaştım. Kibirli bir ifadeyle 'Ne oldu küçüğüm?' dedi. çok zaman sonra neden kibirli baktığını anladım.
'Şey paranızı düşürdünüz de...' elimdeki parayı ona uzattım.
Şaşkın bakışlarla yüzüme baktı. 'Teşekkür ederim yavrum. Aferin böyle dürüst ol! Kaç yaşındasın sen bakayım?'
Hiç bozuntuya vermemişti durumumu, elimden tutup yürümeye başladı, ben de peşinden tabi. Belki de, çeşmenin başında öylece bekliyorken, ne kadar kötü hayatımın olduğunu düşündüğüm için böyle bir adam çıkmıştı karşıma.
Aslında o anda şanslıymışım. O adamın, önüme bilinçli atıp da yanına gitmemi sağlayan adamın, beni, paraları bilinçli bekleme mecburiyetine sürüklediğinde her şeyi anladım.
Karnım açtı yine, ellerim kollarım, yüzüm kir içinde. Önümde yırtık pırtık çekirdek kolisi ile bekliyordum, dileniyordum 'Allah rızası için...' diye. 'Allah’ım ne olur kurtar beni.'
Uzaktan gördüm onu, bana doğru geliyor ve gülümsüyordu. 'Baba!' diye atıldım, 'Baba, baba!' ; bacağına sarıldım babamın. 'Baba, yoksa ben öldüm mü? Dualarım kabul mu oldu? Ne kadar güzelmiş ölmek, hemen seni buldum. Annem nerede baba?'
'Hayatım bu çocuk kim?' . 'Ben de anlamadım, evladım ne yapıyorsun, baban falan değilim ben!”
'Baba şaka yapma bana,artık kocaman adam oldum ben. Öyle,Ellerin babası olacağım, dersen inanmam.'
Kolumun acıdığını hissettim, 'Kusura bakmayın, zavallı çocuk kimsesiz, birine benzetmiş sizi.'
'Mühim değil' . 'Hayır baba, baba bırakma beni ne olur baba, bırakma beni!'
Küçük parmaklarımdan kaçtı sarıldığım elleri, yan gözle süzüyordu yanımdan uzaklaşırken. Yanındaki kadının, çantasından çıkardığı ıslak bezle ellerini sildi, kirlettiğim ellerini. Ne zaman ki gözden tamamen silinmeye başladı, hissettim yüzümde ilk tokadı. Kırık bir diş, patlamış dudak, kesilmiş kollar o günün bana hatıraları.
Ölme isteğini alışkanlık haline getiriyordum. O’nun bana garezi vardı kesin, hala canımı almıyordu.
Baygınlığın belirtisiyle derin bir uykuya daldım, annemi gördüm rüyamda 'Yavrum ne yaptılar sana?'
'Bir şeyim yok anne, sen bir de o çocukları gör, yaaaa!'
'Kuzum benim kara bahtlı kuzum.'
'Uyansana lan artık p*ç kurusu, uyan hadi işe gideceksin daha.'
'Ulan çocuğun ağzını burnunu kırmışsın zaten, kim bakar bunun yüzüne öküz?'
'Kes ulan sen! Hadi hadi lan!' Ayak darbelerini karnımda hissediyorum. Gözlerimi açtım , arkası dönüktü, yerdeki demir boru dikkatimi çekti. Az evvel konuştuğu Turgay abi yan tarafa geçti, beni dürtükleyen Faik de birkaç adım ilerledi.
Nefesimi tuttum, çıt çıkartmadan kalkıp yerdeki boruyu aldım.
'Hadi uyansana laa.......! Aaaaah!'
arkasını döndüğünde yüzüne yedi boruyu. Turgay abi içeriden koştu. 'Laaaan! Seni gidi o.....! Aaaaaah!'
yerdeki taşı fark etmeyip takılınca düştü, o da kafasını mermere çarptı. Hızla kaçtım oradan. Kaçmakla beraber arkamı da kollarken yola çıktığımı anlayamamışım. Şimdi mi?
Şimdi ise hastanedeyim. Bildiğiniz gibi, kimsem yok, mektubum gibi ben de sahipsizim. Hemşirelerden Tülay ablanın dediğine göre uzun süre uyanamamışım, komada kalmışım. Turgay abiler falan da herhalde korkularından gelmemişlerdir hastahaneye. Ama bacaklarım tutmuyor, araba kötü çarpmış herhalde..."
                      
             
veya intihar mı etmiştim, yok yok o daha sonra oldu galiba. Aslında on kişi falan sopalarla dövdükleri için de bacaklarım sakat kalmış olabilir. Turgay abi, yok! O dövmedi aslında, Süleyman’ın mahalleden arkadaşları kovalıyordu, kaçıyordum 'Anne! Anne!' diye bağırarak, annem evde yoktu, dövdüler beni. Ben, benim babam annemi terk etmiş, annemle yaşıyoruz. Aslında annem beni doğururken vefat etmiş.

İyi ki doğdun Turgay, iyi ki doğdun Turgay, iyi ki doğrun iyi ki doğdun.... Aaaaa Turgay yine mi mektup yazıyorsun, sonra hastahaneye rastgele insanlar geliyor ablacığım. Bak, bugün, senin komadan çıkışının üçüncü yıl dönümü(Turgay demese miydik?) neyse, sana pasta aldık, börek aldık, hediyeler de aldık. Şey! Aa, annesinin bitanesi doğum günün kutlu olsun.
                                                                        22/03/2011

1 Mart 2012 Perşembe

GECEYİ ARATMAYAN GÜNDÜZLER

Bulunduğun ortam kendini ne kadar zorlasa da aksini kabul etmen için, sen normalin aksinde ısrar ediyorsan, boşadır tüm uğraşlar, sabit fikrin aksileşmedikçe.

            Dinliyorum, ola ki kulağım sende, şanslı hissediyorsun kendini, ola ki rahatlıkla görebiliyorum güneşi.

            Biliyorum, bilememezliğin verdiği çaresizlikle kafamı sallıyorum öne ve geriye. Dinliyorum sanıyorsun, ola ki kulağım sende, iyi hissediyorsun kendini; bilmiyorsun sabit fikirliliğimi.

            Konuşmanı sürdürüyorsun, beni konuşturmayarak ayıp edip etmediğini merak ediyorsun. Beni düşünüyorsun, kendimi şanslı hissedemiyorum, söylediklerin bana ulaşmadıkça. Ya ben soğuğum ya sen çok sıcaksın, ve yahut tam tersi konumlardayız.

            Israrla döküyor birimiz kar tanelerini, birimizin kurak Ağustos'una. Ve dışarıdan çok iyi anlaşıyoruz, herşey en mükemmel nitelikte. Halbuki dinlemiyoruz birbirimizi, ısrarla  yeniliyoruz cümlelerimizi. bu yüzden anlamıyorsun sabit fikirliliğimi.

            Biliyorum, iyiliğimi istiyorsun; kucak açmak istiyorsun tüm dertlerime, bilmeden dertleri; gündüze alışmış bir birey olarak geceye kucak açıyorsun. Sözlerinle bunu ima edip, geceyi sana vereceğimden korkuyorsun.
            Yoksa ben de seni anlamıyor muyum?

Anlatıyorum, ola ki cümlelerim sende, şanslı hissediyorsun kendini; ola ki göremiyorum geceyi.

            Biliyorum, bilememezliğin verdiği cesaretsizlikle sallıyorum kafamı bir sağa bir de tersi yöne. Seni anlattığımı sanıyorsun, ola ki cümlelerim sende, iyi hissediyorsun kendini, bilmiyorsun hasretimi.
Dinlemeni sürdürüyorsun, artık olaya dahil olup olamama konusundaki çaresizliğinden hoşnutsuzluk duyup duymadığımı merak ediyorsun.

            Beni düşünüyorsun, kendimi şanslı hissediyorum, dinlediklerin sana varmadıkça. Ya ben çok karanlık sen fazlasıyla aydınlıksın; ya da tam tersi konumdayız. ama her iki durumda da birbirimize muhtacız.

Kurakta serinliğe, soğukta sıcak esintiye, aşırı güneşte gölgeliğe, zifiri karanlıkta bir ışık zerresine...