Uzun lafın kısası, kafanı çok şişirmek de istemiyorum, gönlünden ne geçiyorsa, nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşayacaksın. Bak bana, ben kendi yolumu kendim çizdim, herkesi karşıma aldım, anam babamla tartıştım. Ama sonunda ne oldu, ben kazandım. Bak evim var, arabam var, herşeyim var. Daha ne isteyeyim ki? -Senin susmandan başka ne isteyebilirim ki? Kendimden tiksindim senin yüzünden.-
Öyle değil mi yani? Haksız değilim sonuç olarak ne diyorsun?
Hııı? Sonradan bir “hııı!” daha ekleyerek kandırabildim onu, kendimi kandıramadığım için, onun da kendini kandıramadığı gibi. Nasihatlerinden ancak bu şekilde sıyrılabilecektim. Çünkü ona “bir git işine!” diyemezdim, ayıp olurdu bana göre. Annem yeni demlediği çayla dolu bardaklara eşlik eden bisküvi tabağını taşıdığı tepsi ile göründü salon kapısının arkasından. Artık bir yolla daha kurtulabilecektim; bu sefer hiç kimseyi kandırma zahmetine katlanmadan.
“Anne! Ben arkadaşımın yanına gideceğim.”
Anneme; “Şu herifin muhabbeti kafamın içine etti, o yüzden kaçıyorum.” diyemezdim, ayıp olurdu bana göre. Hem sonra anneme de ayıp olurdu. “Ne biçim evlat yetiştirmişler!” diye kolu komşu konuşurdu. O yüzden kandırdım annemi de, kendimi kandıramadığım gibi; onu ağlıyorken yakaladığımda “Ne oldu anne?” şeklindeki soruma “Birşey yok!” diye cevaplayıp beni kandırdığı gibi.