belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

20 Aralık 2011 Salı

Nisan Havası Lale Bayramı



Bayram havası tesir altına almıstı Istanbul’u. Nisan ayı içerisinde, benim de dahil oldugum sonsuz lalelerle donatılmıstı Emirgan Koru’su. Yılları evvel lale cenneti diye tabir edildigini ögrenmistik, kulaktan dolma bilgilerle. Simdi , oraya ithal ediliyorduk, bizim için göç izlenimi tasıyordu, memleketimize.
Kaç saat yolda kaldıgımızı hatırlamıyorum. Ama tasındıgımız aracın kapıları acıldıgında, temiz havayla kavusunca , hasret kaldıgımız günes ısıgı gözlerimizi kamastırınca hissetmistik özlem duygusunu.
Lakin ne hazırlıklar yapılmıs,  ne oldugunu tam olarak kavrayamadıgımız –digerleriyle konusup aramızda büyüteç olarak tanımladıgımız- seylerde, devasa büyüklüklerde kendimizi görüyorduk. Her birimiz farklı renkteyiz tabii. Ee ama kendimizi görünce de digerlerine hava atıp, “öhöm öhöm!” triplerine girerek, böbürleniyorduk.
Neyse, içinde bulundugumuz kapalı seye, insanlar dolusmustu. “yahu!” dedim, “biz zaten zor sıgıyoruz, siz burada ne arıyorsunuz?” Anlayamadıgım tek sey de suydu: O insanlar da bizim gibi aynı renklere bürünüstü. Bizler topyeküm kırmızıydık, onları da turuncu görünce sasırdık.
Yanımdaki kasadan artist bir lale, tamam hepimiz laleyiz ; ama, o hepten lale. Neyse, bu lale dedi ki: “Bize özenmisler, bunlar ne kıskanç herifler!” dedi. Bir diger lale de- ama bunun adı lale- : “Ay çok sekerleeeeeeeeer....” dedi. Bizler “ tövbe tövbe” söylenirken, anam birden sarsılmaya basladık. Adamlardan biri, bütünüyle bizi kavradı avuçlarının arasında, içeri girenler de bulundu aynı davranıslarda. Dayanamadık tabi, korktuk, çıglık amaya basladık. “imdaaaaat!” Duyan yok, adamlar bizi götürüyor. Biraz önce efendilerin renklerine asık olan Lale, diger lale olan laleye: “Ay haklısın sekeriiiim, bizi çekemediler, öldürecekler” dedi.
Alanın bitisiginde baska adamlar belirdi. Bizi ilk alanlar onlaır teslim edip, tekrar içeriye girdi.
Korku içinde beklerken, bizimkilerden ayrı bir çıglık isitildi. “Çatırt!!” diye beliren ses, herkesin ilgisini çekti. Turuncular da olmak üzere, herkes, tüm bedenini sesin geldigi yöne cevirdi.
“Yavas olsana yahuuu!” diye bagırdı, digerlerinden farklı giyinimde olan adamlardan bir tanesi. Yere baktıgımda ise, aman Allah’ııııııımmm... Selamiiiii! Bütün taç yaprakları, dört bir yana serpilmisti.
“Allah’ım sükürler olsun, memleketimde ölme mutlulugunu bana bahsettin” dedi, ve hiçbirimizin bilmedigi dilegine ulasıp, memleketinde geberdi. “Elveda Selamiiii” diyerek inledi geçen her lale tanesi.

Topraklar açılmıs, belli bölümler dısında her yer yemyesil çimlerle kaplanmıs. Sıra sıra dizikdik bazı noktalara, ilk yaprak dökümünü yasayarak ayrıstırıldık gruplara.
Sonra elinde kagıtlarla bazı kisiler, emirler yagdırdı bizim kıskanc turunculara. Megerse topraklar bir güzel esilmis, o kadar rahattı ki. Biz de bilmiyoruz önceden tabii. Adamlar bizi bir eliyle alıyor, diger elinde ufak bir kürekle topraga delik acıyori icine hemenceceik bizi yerlestiriyordu.
“Yahu!” dedim “ Ne güçlü adamlar bunlar.” Bir arkadasımın agaç olan Hasmet agabeyi, köklerini salarken  topragın sertliginde sikayetçiydi. Aklımdan onu geçirirken, kıskanç herif, artık hissetti mi? Aldı beni, “Eyvahh!!” diye ürperdim. “Daha yeni ısıgı gördük, canlı canlı topraga sokacak tümüyle beni.”
Adam beni topraga yerlestirdi, o seri hareketleriyle. Soktu köklerimi sonra çevirdi etrafımı az evvel eseledigi toprak ile. Bir oturdum ki Allah’ım ne rahat. Sonra adam benim Mualla’yı alacakken, Mualla da kendisine yaklasan ele hayran hayran bakarken “Muallaaaa, Muallaaaa” diye çemkirdim. “Bu adinin güç gösterisine kanma! Toprak yumusacık.” dedim.
Mualla basta inanmadı, yanıbasıma ekilince “Aaaa gerçekten öyleymis” diyerek saskınlıgını gizlemedi. Adama da “hıhhh” diyerek sırtını çevirdi.
Bos durur muyum? “ Bak Mualla’m, ben ki ne zamandır senin triplerine tek laf etmeden yine seni severken, bir de bak biraz önce senin gözüne girmeye çalısan adiye, bir kere “hıh” yaptın diye hemen Fatma’yı aldı eline.”
Mualla adama daha da kızdı, ardından bana dönerek: “Haklısın vallahi, sen de olmasan ben kime yaslanacagım” dedikten sonra yanı basıma iyici sokulurken; o karizmatik sesle “Mualla hayatım” diyen hepimizden basla beslenen, iri, kendinden emin, Metin, Mualla’nın ilgisini hemen kendisine çekti. Mualla da bana kıçını dönerek terbiyesizce terk etti.
Zaten moralim bozukken, ossuran kıskanç turunculu, asabımı iyice bozdu. Les gibi kokudan burnumun direkleri yılıdı; ama o kötü koku bir türlü pesimi bırakmadı. Etrafım gübre kaynayınca, bekleyecektik mecburen ölüm zamanını.

Birkaç gün bekledik, insanlar akın akın fotograflarımızı cekmeye kalktıklarında: “Beni çekti” “Hayır beni çekti” diyerek kavga ettik. Yanıbasımda Mualla, haftalar önce bana döndügü kıçını, hala çevirmeyip göstermedi mazmut sıfatını.

“Hoooop çocuuuk, çimlerde bisiklet kullanma!” diye bagırdı uzaktan herifin biri. Derken git gide, üzerimize gelen çocuk karanlıkta belirdi. Allah’ım ne kadar sevgili canlınım ki, gerçerken, yeni sulanan çimlerde, buzda gider gibi kayan lastikleri duramayıp, Metin’i mort etti.
“Metiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin!” diye haykırdı Mualla. Yavasça sokuldum yanına, dokundum taç yapraklarımla. “Metin ol Mualla, bu asık senin hep yanında.”
Mualla bana yaslandı, ölene kadar da ayrılmadı. Gerçi ölüm de fazla uzak kalmadı. Birkaç günden sonra geldi yavas yavas çıglıklarla ölüm haberleri. İnletiryordu dakika bası dört bir yanı lale iniltirleri. Ilk ölenlerden biri ise, önümde bükülen, günden güne acı çeken, sevdigim laleydi.
Çimler hala canlıydı, arda kalan kısımlar ise, ilk günden daha cansızdı. Lalelerin tüm lesleri topragın üzerinde dik durmak yerine, topraga yaslanmıstı.
“Yasam yine bitecek” derken, beni günlerce günesin fazlalıgından koruyan bir agaç: “Sen Fikri gillerin seysi misin?” dedi. Fikri ismi hiç yabancı gelmemisti. “Aa dogru, özünü bırakan peder bey” dedim, “ de sen kimsin bey amca” diye ekledim. “Aynı onun gibi konustun” dedi biraz durup: “ o da son günlerini yasadıgında bu lafları sarf etmisti.” İç çekerek: “Ben senin babanı da gördüm, dedelerinin seylerini de. Hepsi gitti, arkalarından bos bıraktıkları yerlere menekseler falan ekildi. Onlar da tükenince kaldı zihnimizde hepinizin hayalleri. Çünkü hiçbiri, sizlerin yarattıgı heyecanı vermemisti. Sizler buralardan göc edince, yüzleriniz hep özlendi. Sabırsızlıkla Nisan ayları beklendi. Memleketinize dönüs serefinize  bayramlar düzenlendi. Ölüm yakın,  sen de gideceksin, ardında bıraktıgın tohumlarla cocuklarını getirteceksin.”
Bugday hikayesine dönmüstü bu. Can verirken o agacın gözlerine bakacaktım. Toprak kalacaktı bizler göç edince, bos kalacaktı kıs boyu. Sohbaharda da konustugum amca salacaktı yapraklarını. Toprak da agac da kavusmak için bekleyecekti ilkbaharı.
Kısın da çimlerin etkisi dökülecek belki. O da, düsürürse mevlam kar tanelerini. Çocuklar yuvarlanarak, biraz da onları ezsin degil mi? Öldürmesinler hep bizim Metin’leri. Seneye de sorar insallah bu agaç bizim cocuklara, “Sen bizim Hayri’nin seysisin degil mi?”

Hiç yorum yok: