belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

29 Aralık 2011 Perşembe

MEĞER YANILIYORMUŞUM

Ben ağladığımı sanıyordum, meğer gülüyormuşum
Elimde kırış kırış olmuş, kullanmadığım tek yeri kalmadığından bitap olmuş peçeteyi tekrar kıvırıp mıvırıp gözlerime yaklaştırdım. Kirpiklerimle temas ettiği noktada, taş atıldığında, taşın düştüğü yüzeyin etrafında oluşan çemberlerin dağılışının bir nevi aynısının peçetede de olacağını düşünüyordum. Meğer yanılıyormuşum, gözüme kaçan kirpiğin ucundan, peçetenin kirpiklerime temas eden noktasıyla yakaladım. Geri çektim, sen misin yav benim gözlerimi yaşartan. Belki ardından küfür de edebilirdim. Lakin bu kadar sinirlenmenin yersiz olabileceğini düşünüp bundan vazgeçtim.
Peçetenin manevi bir değerinin oluştuğunu sezip, bu sefer muntazam şekilde katlayıp gömleğimin cebine koydum. Bir eğilme esnasında düşmesinden kortuğum için, gömleğimin cebine tıkıştırdığım kalemlerle de destek sağlayıp, peçeteyi bir süreliğine hapse zorladım. 
Eve döndüğümde saat geç olduğu ve zihnim uykudan başka bir şeyi düşünemediğinden kıyafetlerimi hemen çıkardım. Üşengeç ellerim gömleğimin tüm düğmelerini sökmek yerine, bağrımın açık durmasını sağlayan iliklenmemiş düğme ile bir tanesini daha söküp, oluşan boşluktan rahatlıkla kurtulabileceği kanısına varınca, gömleği de kazak misali üzerimden çıkardım. Çıkarırken de, bulunduğum ortamlar yüzünden kıyafetlerime sinmiş sigara dumanı kokusundan tiksindiğim için, yatağıma girmeden gömleğimi kirli sepetine tıkıştırdım. 
İki gün sonra yıkanmış gömleğimi ütüleyip giymeyi düşünürkeni cebinde bir kalıntı olduğunu anladım. Cebi karıştırırken, bunun iki gün öncesinden kalan peçetenin kalıntıları olduğunu anladım. İçim hiç acımadı aksine, arda kalan pisliği temizlemek bir hayli zamanımı harcadığı için peçeteye de öfkelendim. Hatta bir ara küfür edecektim ama bunun yersiz olduğunu düşünüp vazgeçtim. Meğer peçeteye fazlasıyla manevi değer yüklememişim.
Yakın bir arkadaşımın hediye ettiği gömleğimi ,titizlikle ütülerken, bir tarafını yakmamaya gayret gösterdim. Muntazam biçimde ütüledikten sonra üzerime giyip, temiz gömleğimle ve yakın arkadaşımın hediyesi olduğu bilinciyle omuzlarımı silkip evimden çıktım. 
Bineceğim otobüs durağa yaklaşırken, ne kadar kalabalık olduğunu camların kirliliğinden göremesem de, hemen önümde durur durmaz haddinden fazla kalabalık olduğunu görebildim. Saatime baktım ve zamanımın kısıtlı olduğunu anlayınca, kendimi bu çileye katlanmak zorunda bıraktım. Sırtımdaki çantamı çıkaramadığımdan da, insanların arasından geçebilme çabalarında başarısızlık kaldım. Kendi kendimi sıkıştırdım, kılımı dahi kıpırdatamadım.
Sessiz ve sakinliğiyle beni cezbeden, geçen doğum günümü kutladığımız için de bana daha sempatik gelen, ordan başka yere gitmemeyi düşündüğüm kafeye oturup bir türk kahvesi rica ettim. Montumu çıkarıp, arkadaşımın burada bana hediye ettiği gömleğimi daha da ön plana çıkardım.
Kahvem gelirken, yerdeki su birikintisini görmeyen hanımefendi orada kayıp, tepside yer alan kahve ile suyu olduğu gibi gömleğimin üzerine döküverdi. Aman ne oluyor dememe kalmadan, gömleğimin vahim halini gözlerimce tamamen görülmesine karşın, kollarıma yaslanan bayan tüm odağımın kendi üzerinde toplanmasını sağlayıp, kahve lekesini zihnimden siliverdi. Aman efendim estağfurullah. Meğer gömleğe aşırı derecede değer vermemekteymişim. Öyle ki en sevdiğim içeceklerin başında gelen türk kahvesinin gömleğimi kirletmesinden sonra küfür etmek aklımın ucundan dahi geçmedi.
Bu vesileyle tanıştığım daha sonrasında da sevgili olduğum kız arkadaşım sayesinde bu mekan bana daha da güzel geldi. Sık sık gitmeye başlamıştım haftanın belli günleri. Yarından emin olmadan, onu sonsuza kadar seveceğimi söyleyip aynı karşılığı alıyordum. Ölüm hissiyatını sezmeden onun için ölebileceğimi dahi söylüyordum. Neyseki ben bunları söylerken o bana, ölsene, demiyordu; bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum.  Bir gün onunla ayrıldık, günlerce ağlayıp, hayatımın geri kalanında da ağlayacağımı düşünyordum. Çıldırmış gibi, onunla tanıştığım kafeye artık hiç gitmemeye; orası yerine başka kafelere gitmeye başladım. Meğer orası benim için tek yer değilmiş.
Sonsuza kadar seveceğim kızın ardından ağlamaklı halimin de sonsuza kadar süreceğine kesin gözüyle bakıyordum. Ondan başka hiçbir şeyi düşünemez olmuştum. Bir gün başımı öne eyip, yerlerdeki taşlarda onun silüetini görüyorken, onun yüzünde iğrenç bir leke yaratan boşluğun geç farkına varınca, kendimi yerde buluverdim. Pantolunumun dizine gelen kısmı yırtılmakla beraber, dizim de öylesine acıdı ki, böyle bir acının dünya üzerinde olamayacağına, bir müddet kendimi inandırdım. Dizlerimi bedenime çekmiş yerde kıvrılıyorken, bedenimi ne kadar çok düşünmeye başladığımı farkettim. Meğer O'ndan başka birşey düşünebiliyormuşum. Meğer çok daha fazla acı... bir dakika....
Bu anı ne kadar çok yaşadım, bir daha olmadığını ve de olmayacağını düşünerek, kaç farklı zaman dilimini ardımda bırakıp, onların hepsini anı sandığımda topladım. Tuttum bu sandığı kurcalamaya başladım. Başlangıçlar çok güzeldi ama sonları aynı şekilde değildi. Fakat güzel zaman dilimleri, kötülerin hepsini gölgede bırakabilecek nitelikteydi. Etrafımda toplanan, bilakis karşımda öylece duran bir bireyle, tüm içtenliğimle bir kahkaha attım. Meğer ben ne çok gülüyormuşum.

Hiç yorum yok: