belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

20 Aralık 2011 Salı

Duvarlarda Gizlidir Hatıralar


Bakıyorum da yine uyuyorsun. Aaaaa, ama çok ayıp! Bana resmen kıçını dönmüşsün. Neyse, hadi bu seferlik de affediyorum seni. Nasılsa yatağın diğer ucundan yüzüne bakabilirim; bunu hemen bir saniye içinde yapabilirim. Hadi amaaaa, asma suratını. Gerçi seninn asık suratına herkesten daha çok alışığım; bunu olağan birşeymiş gibi algılayabilirim. Çocukluk arkadaşınım ben senin; ben, senin herşey ama herşeyini bilmekteyim. Ha merak etme sakın, eğer başkalarına senin yaptılarından bahsedeceğimden korkuyorsan, onlara karşı dilsiz gibiyim. Ben  sadece sana karşı açık yürekliyim. Nasıl olsa , biraz önce de söyledim ya, senin en yakınındaki kişiyim.
Senden nefret ettiğim zamanlar olmadı değil, bu bir gerçek. Örnek vermem gerekirse, çocukken oramı buramı boyamıştın aptalca renklerle; yahu senin, elini boyaya batırıp tam suratımın ortasına yapıtırdığını da bilirim. Sonra kaç kere birilerine sinirlenip, hıncını benden çıkarmış olmada da alışmamış değilim. Yumruklarını, kafalarını az yemedim. Ama olsun, sana hiç kırgın değilim. Çünkü bu davranışların, benim sana beslediğim sevgiyi o zamanlar azaltsa da , bugün düşündüğümde “İyi ki yapmışsın!” diyebilmekteyim. Sonuçta her yakın arkadaşın, çocukluk çağlarında yaşadıkları kötü zamanlar, kavgalar, argo konuşmalar gibi, bunlar olmuştur.
Fakat öyle umuyorum ki; bana sert çıktığın zamanlardan tecrübe kazanarak, artık nelere kızdığını bildiğimi yanında olmadığımda başına kötü birşey geldiğini sezebildiğim için, insanlara karşı gösterdiğim sert yüzümü, içine kapanıklığımı ve soğuk edalarımı senden gizlemekteyim. Ve bu sayede de sıktığın her yumruğun elinde yaratacağı acıyı en aza indirgemekteyim.
Tabi ikimizin arasındaki ilişkiyi bilmeyen insanlar var; bu insanlar, senin benim yanımda nasıl acı çekmediğini kavrayamayabilir. Dediğim gibi; çocuklukta bunların ayrımına varamadığım, bu yüzden de senin hırsına sert karşılık verdiğim için, kalın kafalı veyahut taş kafalı olarak nitelendirildim.
Halbuki ben seni her daim sevdim. Senin kötülüğünü hiçbir zaman düşünmediğim gibi arkadanda hiç iş çevirmedim. Bu sözümle kimi kastettiğimi sen de çok iyi biliyorsundur muhakkak. Benim, senin en yakın arkadaşın olduğumu bildiği için sürekli benim üzerimden senin yaptıkların hakkında bilgi toplamaya çalıştığını, annen birgün yine beni sıkıştırdığında farketmiştin.
“Anne ne yapıyorsun sen yaa?” diye sert çıkınca da elindeki –senin çok sevdiğin- bardağını da kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak: “Hiiiç, belki su istersin diye şaaapayım dedim” demişti. O gün verdiğin tepki gerçekten benim için de bulunmaz bir nimetti. İşte annenle senin ve ben ile senin arasındaki ilişkinin farklılığının sebebi de buydu. Annen yalan söylüyordu, sen ise bana hiçbir zaman yalan söylemiyordun. Benim yanımda kendin gibi davranıyordun. Ne bileyim; yanımda ağlıyordun, gülüyordun, gazını çıkartıyordun, mastürbasyon dahi yapıyordun. Benim yanımdayken telefonda kız arkadaşınla görüşüyordun, yanımdan ayrılmak gibi bir davranışta bulunmak istemiyordun, buna gereksinim duymuyordun. Nitekim bu sayede ben kendimi senin yanında hiçbir işe yaramayan duvar gibi hissetmiyordum. Gerçi sen de haklısın, gidecek pek yerin yoktu; en kötü kendi içine kapanıyordun. O zaman da hiç kimseyle konuşmuyordun. Ha bana duyurmamak için mırıldanıyordun ama ben sana belli etmeden çok yakınına geldiğim için, ağzından çıkan her kelimeyi işitiyordum.
Fakat dediğim gibi; annenin sana karşı böyle davranışları yoktu. Bu yüzden, hayat seni en çok benimle anlaşabilmeye sürükledi. Ne bileyim, derslerinde başarılı olamazdın, halbuki saatlerce çalışırdın, yine de başaramazdın. Annen bu yüzden seni sürekli aşağılardı. “Yazıklar olsun senin gibi evlada! Seni doğuracağıma taş doğursaymışım, evin temeline atardık daha faydalı olurdu! Benim anam benimle böyle ilgileneydi var ya ben şimdiye profesör olurdum profesör!” gibi ve benzeri ifadelerle seni paylardı. Sen ise mahzun bir biçimde “Elimden geleni yapıyordum anne.” dediğinde “Yapacaksın tabi!” deyip, odandan çıkıp kapıyı kapatır kapatmaz da “Bir halta yarıyor da sanki elinden gelen!” derdi. Son söylediğini ben duymuştum. Çünkü annen böyle dellendiğinde  en kuytu yere sokulurdum. Gülme öyle yalan değil, korkardım; sinirlenir de eline geçen ilk şeyi rastgele fırlatır da bir yerime gelir diye. Yeri gelmişken bir keresinde annenin babanla konuşmasına babam şahit olmuş. Annen yine babana veryansın ederken, sana söylediklerini söylemiş. İşte profesör murofesör. Babanın da o gün canı sıkkın herhalde: “Ya hanım hele git işine. Tutturmuşsun okucam da ne olacak diye. Sanki sen çok gitmek istiyordun da göndermedi anan gil!” demiş. Ha “Bunu neden şimdi söylüyorsun?” diyebilirsin haklısın da. O zaman, annene karşı daha fazla kinlenme istedim. Bir de; işte senin baban öyle söyleyince akıllanır da gelir seninle güzel güzel konuşur, artık farklı bir anne olur diye düşünmekteydim. Arkasından da konuşmanın pek hoş birşey olmayacağını düşünüyordum. Ama bugünü sorma! Bugün çok farklı. Kabul ediyorum, riyakarlık olabilir ama herşeyi bilmelisin. Belki bundan sonra tüm sorunların neden var olduğunu anlayabilirsin. Senin aslında iyi bir dost olduğunu, bu şekilde anlatabilirim. Annen, o zaman da birşey öğrenebilmek için beni sıkıştırsaydı ben senin ders çalıştığını söylerdim. Bunun üzerine annen senden özür dileyebilirdi, seni baskı altından tutmak yerine sana destek verirdi. Boktan sınavlar yüzünden çocukluğunun heba olmasını biraz engellemekte yardımcı olabililirdi. Ne kadar hamarat olduğunu mahalledeki kadınlar arasında yapılan günlerde göstermenin dışında , sana da canı gönülden yiyecekler yaparak ikram edebilirdi. Kapıyı gizlice dinlemenin veya seni porno izlerken basma çabasıyla DAN diye içeri girmekten ziyade, kapıyı tıklatıp, içeri girip sana, yaptığı yiyecekleri verip, saçını okşayıp, başını öpebilirdi. Bu şekilde sen daha mutlu olabilir, ders notlarını daha yüksek tutabilir, arkadaş çevremize soktuğun insanlara özen gösterebilirdin.
Şaşırmana gerek yok, bugün artık senin bu zamana kadar bana davrandığın şekilde sana davranacağım. İçimde ne kalmışsa hepsini saçacağım!
Son kız arkadaşın mesela. Hani ayrıldığınızda omzuma yaslanıp bazen de kafanı sertçe vuruyordun hırslanıp. Hüngür hüngür uğruna ağladığın kız. Onu ilk gördüğüm anda bile gözüm tutmamaıştı. Alışamamıştım bir türlü kendisine. Şöyle söyleyebilirim ki; annenle beslediğimiz ilk ve tek ortak duyguydu bu kıza karşı alışamama duygusu. Gerçi annen senin hiçbir kız arkadaşına ısınmamaış ve ayrılmanız için elinden geleni yapmıştı.
Neyse, şu kız, sakın yanlış anlama cinsiyet ayrımı yapmıyorum. Benim hiç kız arkadaşımın olmadığını söyleyebilirsin, haklısın da bu konuda. Yalnız, kızlara karşı bir nefret beslemiyorum. Ne olursa olsun senin son kız arkadaşın yok muydu? Saman altından su yürütüyordu, elinden geldiğince seni kullanıyordu. Odana ilk girdiğinde, masumane değil de seni nasıl soyabileceğini aklından geçiriyormuş gibi odanı süzüyordu. O kız yüzünden sigaraya başladın. İlk önce onun ikram ettiği tek dal sigaraları nezaketle kabul ettin, ardından da annenin paketlerinden sigara aşırmayı denedin. Sigara içtiğini öğrenmelerinden korktuğundan,kendin paket almaya başladın. Sonra da kendin aldığının dışında ona da paket alırdın.
Tabi bunlar beni kuruntularım olabilir. Fakat anımsamanı isterim, o kızdan ne sebeple ayrıldığınızı. Annenin yine komşularına marifetlerini gösterdiği bir gündü. Mahallediki tüm kadınlar sizin mutfağa doluşmuştu. O gün de sen eve kız arkadaşınla gelmiştin. İlk başta hep beraber oturuyorduk. Sonra sen tuvalete gitmek için müsaade isteyip yanımızdan gitmiştin. Kız da bu esnada tuvalet ile senin odanın mesafesi çok yakın olduğu için daha kuytu bir noktaya gitmişti.
Annem, telefonla konuşmasına şahit olmuş: kız, telefonun diğer ucundaki çocuğa “Aşkııım, seni seviyorum...” gibi şeyler söylüyormuş. Annem olayı vesvese etmemek için birşey söylememiş. Ama kız konuşmasını sürdürürken salona geçmiş. Salonda komşulardan birinin açık çantasının içinde para olduğunu fark etmiş ve etrafını kolaçan ettikten sonra parayı almaya yeltenmiş. Derken, ziyarete gelen başka bir kadın da bu olayı görüp cingar çıkarma unsurunu çığlık atarak gerçekleştirmeyi tercih etmiş.
Bir gürültü bir kıyamet, sen tuvaletten çıkana kadar, kız çoktan tartaklanıp kapı dışarı edilmişti. Mutfakta yer alana kadınlar da bu sefer koyu bir tartışmaya girişmişlerdi. Kimi “Polise verelim!” dedi, kimi anneni içerledi: “Oğlunuzun arkadaşlık ettiği kızlar da pek hanımcıkmış hani!”
Bir tek annem katılmamış tartışmaya. Hayatları çoğun mutfakta geçen, öyle ki bazı işlerde fikir sunmayı denediklerinde “Elinin hamuruyla...!” diye başlayıp, fikirlerini dinleme nezaketi gösterilmeyen bu kadınların tartışmasına bir tek annem katılmayıp, hepsinin söylediklerini tek tek dinledi.
Aralarında seni düşünen de yok değildi. İçlerinden en yaşlıları: “Bakın! Şu yavrucağızı düşünün,” annene dönerek “çocuğa olayları olduğu gibi anlatmayın! Yazıktır, psikolojisi bozulmasın.” demiş. Ama içlerinden en muhalefet olan kadın:
“O da arkadaşlarını düzgün yerden seçsin efendim!” diyerek anneni galyana getirmiş.
Zaten olanları biliyorsun sonrasında, annen son kadının söylediklerini dikkate alarak seni kendince bir güzel payladı. Halbuki bu, senin biraz olsun düzelebilme olasılığını da çöpe atmaktı. Baban ise yeri geldiğinde senin sözde olgunlaştığını varsayarak hazırladığı laf salatalarını, annenin yaşını da göz önünde bulundurarak annene karşı kullanmadı. Sadece bir izleyiciydi, senin çocukluğundaki süper kahramanın olan baban, bu olayda pısırığın tekiydi. Kimi zaman yaşına aldanmayarak “Eşşşşşek kadar adam oldun!” diyerek seni zorla olgunluğa sürüklediği gibi, asıl yaşına bakıp “Çocukluk işte, yeter ki düzel.” düşüncesiyle  anneni bir kenara çekerek seni kanatlarının altında koruyup gözetmedi. İşte bu yalnızlık seni, diz seviyenin altındaki çukurdan alıp, beline kadar derinliği olan bir bataklığa sürükledi.
Artık güzel günlerin hatırlanması bile beklenemezdi senin zihninde. Öylesine soyutladın ki kendini insanlardan, saatlerce yanıbaşında beklesem de, ne tek kelime işitir ne de giryanının kuruduğunu görebildim. Yorganın altına sığınmadığın vakitler yüzüme boş boş bakıyordun, ama tek kelime etmiyordun. Sana birşeyler anlatmaya çalışırdım, eski oyunlardan söz açardım, bana her baktığında sen de bunları hatırlardın, lakin oralı bile olmazdın. İçindeki boşlukta kimseye yer ayırmayan bir tavır takınmaktaydın.
Kimi vakit içeriden annenin tüm hünerleriyle meydana getirdiği eserlerinin kokusu işitilirdi. Şöyle bir dikkatlice içine çektiysen de, davranışlarında beklenen devamlılık görülmezdi. Annenin yaptığı yiyecekleri överek müraiğimi katlardım, onun aslında o kadar da kötü bir kadın olmadığı yalanına seni inandırmaya çalışırdım.
Hazırladığı kurabiyelerin kokusuyla mest olur, senin eskiden tadına doyamadığın anlarda hissettiğin duyguyu, benim, bu kokunun üzerimden hiç çıkmayan bir parfüm olmasını dilediğim günleri sana anlatarak dikkatini çekmek için çabalardım. Gerçekten de öyleydi; evin dört bir yanını mükemmel bir koku sarardı. O kokuyu içime öylesine özenle çekerdim ki, hayat boyu içime çektiğim nefesin bu kokuyla burun deliklerime girmesini dilerdim.
Bu kokunun kıyafetlerime sinmesini ve onu sonsuza dek duyabilmek isterdim. Tabi bu mümkün değildi. Sonuç itibariyle her anne çocuğunun temizliğine özen gösterirdi. Annen de aşırı titiz bir insan olduğu için evine gelen çocukların temizliğine dahi özen gösterirdi.
Benim bazen yüzümde siyah lekeler olurdu, onun için az uğraşmamıştı. Sonra, elini boyaya sokup suratıma yapıştırmıştın, o lekeleri de elleriyle ovalayarak çıkarmıştı. Benim el sürmeme gerek kalmamıştı.
Baban da mesela iyi bir insandır. Ailelerimiz birbirine çok yakın olduğu için, baban birşeyler aldığında bizi de unutmazdı. Sana yeni kıyafetler alırken bana da muhakkak bir centilmenlik yapardı. Artık çocukluğumuzun modasına göre renkler seçilirdi. Giydiğimiz kıyafetlerin renkleri uyum içindeydi. Gören adeta bizi ikiz zannederdi.
Şimdi ise renkler canlılığını her ne kadar korusa da, zuhur olamayan soyut ifadeler yüzünden hiç dikkati üzerine çekemiyor renklerin güzelliği. Ben, senin dışında kimseyle konuşmasam, sen ise hiç kimseyle konuşmasan da biliyorum olup bitenleri, daha doğrusu ileride bizi nelerin beklediğini.
Ben gözlerimi açtığımda da üstümde yeni yeni renkli güzel şeyler bulunuyordu. Ama yalnız olunca bu güzellik hiçbir şey ifade etmiyordu. Yalnızdım, kendimi o kadar soyutlamıştım ki, içimde bana bahşedilen küçücük bir boşlukla başbaşa kalmıştım. Ne içimdeki boşluktan kimseye söz ediyor ne de içimdeki boşluğu dolduracak bir itki ile yalnızlığımı bastırıyordum. Sonra sen geldin, her ne kadar buna karşı çıkmaya çalışsam da, sen zorla içime girebildin. Seninle büyüyüp yeni şeyler öğrenebildim, kıyafetlerimdeki renklerin canlılığını içimde de hissedebildim.
Boşluğumda ufak bir ses yankılanmıyor, boşluğu sen ve sana ait herşey dolduruyordu. İçe kapanıklığım, senin konuşmalarınla son buluyor, kelime dağırcığım genişliyor, zamanla olaylara dışarıdan da bakıyordum.
Beraber büyüdüğümüz alan ileride sana yetmese de, ben içimi bir sonsuzluk olarak görmeye başlıyordum. Her adımımı seninle atıyor, kendimi yalnızca sen yanımdayken rahat hissediyordum.
Fakat, fakat artık gidiyorsun. Anılarına, belleğimden hiç silinmeyen, zamana göre değişen ses tonlarındaki konuşmalarına, haykırış ve yakarışlarına, üzüntülerine ve mutlulullarına veda ediyorsun.
Kendime en çok kızdığım konu ne biliyor musun?
Sen, beni somutluğa eriştirmişken ve sen şu anda benim ilk halime benziyorken, ben senin yaptığın şeylerin hiçbirini yapamıyorum. Sen yıllarca bana bizatihi her yönünü gösterirken, ben sana sadece bugün içimi döküyorum.
İçindeki boşlukta kayboluyorsun, sana bahşedilen değil, aksine senin oluşturduğun boşlukta sıkışıyor ve içeriye kimseyi almıyor, git gide de kendini o boşluğa hapsediyorsun. Yüzüme öyle bir bakışın var ki; sadece geçmişteki güzel günleri anımsıyorsun. Bu halini gördükçe, çok sıcak olmadığı halde terliyor, yağmur yağmadığı halde ağlıyorum.
Gidiyorsun...
Dolduramadığım boşluğunla veda edip; beni yine kısa süre de olsa senden oluşacak boşlukta, normalde tenezzül etmeyeceğim büyüklükteki cisimlerin yere düşüp de çıkardığı sesten dolayı duyulan yankılamaları dinlemeye mecbur kılıyorsun. Ben ise, seninle gelemeden, kıymetini bilemediğim, seninle sohpet edebildiğim günleri düşünerekten, sonumun ne kadar yakın olduğunu düşünüyorum.
Geldiğin ve üzerime çullandığın, kendine ait eşyaları sevmeye mecbur bıraktığın günleri anımsıyorum. Farkındayım saatlerdir konuşuyorum, belki de benim çok konuşmamı neden istemediğini şimdi anlayabiliyorum.
Lakin dedim ya bugün farklı, herşeyi dökme zamanıydı. Nasılsa ileriden buraya baktığında bulamayacaksın bana dait hiçbir kalıntı. Cansız bedenimin toprakla buluştuğu noktaya gelerek dökeceksin belki gözyaşlarını. Tekrar söylüyorum merak etme, tüm sırlarının benimle beraber toprağa karışacağını. Çoğunu unutsan da, benim hiçbir zaman unutmadığımı.
Eee, Duvarlarda gizlidir hatıralar, Çünkü onlar herşeye şahit olurlar.
Yaşananlar, uzak değil hep yakın                    
 Gözümün önünden perdeler çekiliyor   
 Biriktirdiğim hatıralar oldukça kalın  
 Bu zat seninle son kez konuşuyor.

Hiç yorum yok: