belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

15 Şubat 2012 Çarşamba

SONU GELMEYEN BAŞLIKLAR

Dışarıya atılan ilk adımdaki kararsızlığı yüzünden kaybedilen zamanın ne kadar çok olduğunu, yüzünü görmekten tiksinti duyduğum komşumun, açılan kapının ardından belirivermesiyle kavrayabildim. Halbuki ben her seferinde,yeni başlayan her günde açılan ve etrafı gören gözlerimin güneş ışığına alışmasının ardından görebildiği rakkasın üzerindeki rakamlardan ikisini işaret eden akrep ve yelkovanın konumu üzerine uyanır uyanmaz ya kahvaltıdan ya da diş fırçalamaktan feragat edip, evden erken çıkma girişimlerinde bulunurdum.
“Günaydın!” diyerek planlarımı altüst etti. ahhh! Keşke dişlerimi fırçalasaydım. Hıkkkıkkkıkkkk! Hayır! Yüzüne dahi bakmamalısın, bakarsan eğer selam vermek zorunda kalacaksın. Merdiven, asansör, merdiven, asansör, merdiven asansör. Daha fazla beklemeyip merdivene doğru yeltendim. Ben basamakları üçer dörder inerken, ona belli etmeden arkama bakıp, hala bana baktığını görünce bir alt kattaki asansör düğmesine basıp, aynı hızla merdivenlerdem inişimi devam ettirdim. Mazallah asansörle benden önce inip tekrar karşıma çıkıp “İyi misiniz?” derse, cevap vermem gereken konuşmalar git gide daha da artıp, üzerimde daha da ağırlaşan yük beni sıkıştırabilirdi.
Asansör, kat 2, kat 1.. “Haaaa! Hemen çıkmam lazım!”
Dışarıya attıığım adım öylesine kararlıydı ki, nereye gideceğim hususnda bir belirsizlik baş gösterse de, meylettiğim doğrultudaki adımlarımın yerde kavranışlığı sayesinde, kalabalığın arasında adeta süzülüyordum. Durmamam gerekiyordu; eğer durursam sorular kafamı meşgul ediyordu.
“Ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum, sormayın!” sorular artıyor, cevaplayamıyorum. Fakat ofise üç saat geç kaldığıma göre; aslında muhtemelen adımımı ilk atarken yaptığım tercih yanlış olunca; iyi de ne bileyim işte “sol” uğursuzluktur diye ben de sağı tercih ettim. Heyecandan olsa gerek, iş yerine gitmek için soldan yürümem gerektiğini o anda düşünemedim.
Yavaşça uzaklaştım patronun yanından, ona karşı olan mahçupluğumun, hareket ve davranışlarımı etkilemesine sıkılsa da canım, buna aldırmadan kapıdan çıktığımda, yediğim fırçanın belirtisi olan asık suratımı görmek isteyen onlarca yüz bana doğru çevrildi.
“Günaydın!” dediğimde dahi böylesine kalkmayan yüzler, bu sefer “günaydın” dediğimde karşılık dahi vermedi.
Kırık tekerlekli sandalyemi çekiştirip masama gömüldüm. Onlarca evrak önümde yığılı durup, benimle kumar oynamaktaydı. Stresime arttıran mecburi titizlik ve hemen başımda beliriveren muhasebeci titizliğime dahi özen göstermeye mecbur ederdi beni.
Çaprazımda duran takvim dikkatimi çekti; aynı kağıt üzerinde üç farklı ayın rakamları gösterilmekteydi. İlk çapraz çizik ve beraberinde birkaçı daha özenle silinmişti. “Hahhah! Lanet olası bir gün daha bitti!” diyerekten herhalde. Veya şu an içinde bulunduğum durumun etkileri yüzünden böyle düşünüyorum. Sonra çiziklerin seyirleri durmuş, bir hedefi daha yarı yolda bırakıyorum. Özenle başladığım nice günlük, kitap, okul ve belki de yeni bir ilişki. Zaten hep böyle olmuştu. Bu işe de büyük bir hevesle başlamıştım; şimdi ise yeni akşam gelene kadar nice lanetler okuyorum.
Her gün, böylesine boş, amaçsız ve hedeflerle tutarsız bir biçimde ilerliyordu. Bir türlü bulamıyorum sorunu. Bir başlık atıyorum, onda sorun yok, çok güzel, fakat sonasında giderek aynılaşıyorum. Geçmişi anımsıyorum, “hep böyleydi” diyorum hatta “böyle gelmiş böyle, böyle geçer dünya, günlermiz bitecek bir gün, saya saya!” diye şarkı da söylüyorum. Artık öylesine bir hal aldı ki ruh halim, düşünüyorum da “Ne kadar boş yaşıyorum.” Ben, başlığın sonunu neden getiremiyorum. Hayır hayır hayır sus! Sorulara cevap bulamıyorum!
“öhö hö höö! Artık işinizin başına dönseniz.”
“Sana ne ulan bit çuvalı, kalk, defol git masanın başına otur, adamın asabını bozma ulan!” gibisinden baktım herhalde ki, ağzımdan tek fısıltı çıkmadan oynayan kaşlarımdan anladığı mesajla birlikte yanımdan ayrıldı.
Ama niye söylemedin? Neden birşey demedin? İşte sert bir bakış attım. Onunla bu bir mi? Yani işte, boşver ya gerilmeye gerek yok, sonra sıkıntı mıkıntı olmasın. Olursa olsun kardeşim ne olacaksa; zaten ayrılmayı düşünmüyor musun işten? Bu ne lan her gün iki saat mesai, her gün iki saat mesai. Kalmıyorum lan bugün mesaiye, oh olsun! Ohhhhhh! Kaç saat de geç kaldım. Tamam arkadaş bugünden sonra böyle.
Bu akşama dair bir hedef koydum. Her zamanki gibi akşam olacaktı, bunu değiştiremiyordum. Tekdüze hayatımda neleri değiştirebileceğimi düşünüyorum. Belirti, kendini gösterdi; hedef koymakla farklılığa erişeceğime inanıyorum. Bu akşam, mesela, işten her zamankinden erken çıkayım, dedim. Buydu ilk hedefim.
Akşam, belli belirsiz bulutların ardından kendini gösterdi, bulutları gözümde değiştirdi. Artık ne gündüzün beyazlığında ne de gecenin karanlığında, kendinin uzağında. Biraz zahiri biraz da orjinaldi. Şu an her zaman değildi; bu an, bu düşünceyi kafamda ilk kez düşündüğüm şu an, her zamanki gibi değildi. O ifadeyle soyutlanıp üzeri örtülmemeliydi.
Bulutlara dalmıştım, ahengine kapılmış ve çoktan mesaiye başlamıştım. Her zamanki gibi işten geç çıkacaktım. “Hayıııır!” Her zaman yok. Eğer her zamana bağlanırsam, bu ifadeyi yine yaşamaya başlarsam değiştiremeyecektim hiçbir şeyi, daha önceleri olduğu gibi. Bunu sevdim, ilk defa, şu ana kadar geçirdiğim zaman hakkında, geçmiş olduğuna inanarak söz ettim. Benim yaşayacağım nice zamanı, geçmişin kötülüğüne aldanarak lekelemedim.
Eveet, bir hışımla oturduğum sandalyeden kalktım. Kıçımı sandalyeden kaldırışımla, baldırlarımın sandalyeye uyguladığı yüksek momentli itme kuvveti,  beni denetlemek için geldiğinde sürekli yerime oturan tombul muhasebecinin sayesinde ezilen tekerlekler, yeni yağlanmış bilyeli tekerlekler gibi süzüle süzüle gitti ve her gün birbirimize kıçımızı döndüğümüz iş arkadaşıma çarptı.
Neşeme o kadar odaklandım ki, özür dileme nezaketini düşünecek kafaya sahip olamadım. Yüzler bana dönüktü, alışkanlığımın dışındaydı bana bakışları. Hiçbiriyle göz göze gelmesem de sezebiliyordum rahatlıkla farklılığı. Yanlarından geçerken söylediğim “İyi günler, iyi akşamlar” ifadelerine kafalarını kaldırmadan karşılık veren yüzler, şimdi sadece bana odaklanmıştı. Bugün, daha doğrusu geçirdiğim son yarım saatlik süre içinde tüm her zamankileri dominmo taşları gibi yıkmıştım.
“İyi akşamlar!” derken ve ofisin kapısından çıkarken dahi beni takip eden gözler, kendimi bir aktör sanmama sebebiyet verdi. Fakat onlara imza dağıtmakla zaman harcamadım.
Dışarı ilk adımımı atarken, tüm tedirginliklerimi ardımda bırakmak kolay değildi, çünkü soruları da beraberinde getirmekteydi.
“Ya kötü birşey olursa?” sorusunun kafamda canlanmasına engel olamadım. Düşündüm, düşündüm, “En fazla işten kovulurum!” dedim gururumu ayaklar altına alaraktan. Hatta dedim ki “Ne dicem yaa, vay asıl ben çıkıyorum diye. Ohhh tazminat da alırım, kovarsanız kovun bee!”
Ayy, içim kıpır kıpır oldu, uğursuzluğuna ve evimin ters yönüne inat soldan yana tercihimi kullandım.
Yolda yürürken, her zaman karşılaştığım ama tiksindiğimi, sevmediğimi bahane ederek  uzak durmaya çalıştığım kahveci dükkanına rastladım. Kısa süren duraksamanın ardından soluğu içeride aldım.
Immm, neler varmış? Türk kahvesi rica edebilir miyim? –Ahh bayılırım..- orta olsun lütfen. Ne kadar? Şu kadar. –Aa, pahalı değilmiş.-
Oturdum ve önümde duran kahvemden bir yudum alacaktım ki; su ile boğazımı iyice temizleyip kahvenin tadını daha güzel alabilmek için fincanımı bırakıp suya davrandım. –Arkadaşımdan duymuştum.-
Ve fincanımı aldım elime, ilk yudumun ardından telefonumu cebinden çıkarıp çoook eski mesajlara baktım.
“Of of..!” “Vay be...” “Hımmm, ne zamanmış bu?” “Eskiymiş.” “Hoşgeldin hayatıma mı?” Puahh! Amma aptal mışım...
Unutmak mı zor, yoksa unutamam deyip kendini unutmamaya zorlamak mı? Tiksinti duyup hayattan soğumak mı? Bazı gerçekleri kendinden saklayamazsın.
Ayaklandım, ama bu hışım ofisteki gibi muvaffak olmadı. Artık eve dönme zamanıdır, diye düşünüp yürümeye başladım. Geçen her adımda bir iliğim daha açılıyordu. Öncelikle montum, kazağım, kravatım ve gömleğim...
Apartmanın kapısını açtım, asansörün giriş katında olduğunu görünce “Biraz şanslıyım!” diyerek kendime moral katmaya çalıştım. Yooo, her zaman  bu durumla karşılaşırım zaten.
Asansör çıkmaya başladı, dairemin bulunduğu katta durdu. Pofffff! Elimle alnımda biriken terleri sildim, derin bir nefes alıp asansörün kapısına yeltendim. Fakat ben itmeden kapı açıldı. İnik göz kapaklarımı kaldırdım. “İyi akşamlar” dedi, asansörden dışarı ilk adımımı atmak için hiç beklemedim;
“ Ya Ben size aşık oldum!”

Hiç yorum yok: