belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

28 Ağustos 2012 Salı

KİMİ ZAMAN BEN KİMİ ZAMAN SEN KİMİ ZAMAN DA ÖTEKİLEŞTİRDİKLERİMİZ


Lülülülü lülülülü lülülülülüüüüüüüüüüüü
Duyulmaz ve muhtemelen daha çok duyulmayacak biçimde tekrarlanır.
Tek ekrana dikilmiş gözler ve bir hoparlöre odaklanmış kulakların ilgi alanları odağa doğru yaklaşan,parkeden çıkan terlik seslerine yönelir.
“Oğlum telefonun çalıyor.”
“Hığııııııııııım! (Balgam çıkar) Sağol anne.”
“Alo!”
“Napıyorsun lan?”
“Hiç.”
“O ne lan arkadan gelen ses öyle. Porno mu izliyorsun yine. Ya, senden adam olmaz sapık herif.”
“Ya, tamam sus!”
“Size geliyorum, git abdestini al ben gelene kadar cenabet herif.”
“Lan tamam sus, duyacak sizinkiler ayıp olacak.”
“İyii, bir saate kadar geliyorum.”
“Tamam, hadi görüşürüz.”
“Bir şey lazım mı?”
“Yok eyvallah.”
“Lan cenabet ağzınla Allah’ın adını alma ağzına.”
“Tamam ulan!”
“İyi, geliyorum ben bir saate.”
“Tamam bekliyorum.”
“Lazım mı bir şey?”
“Yok yok”
“Dışarı çıkar mıyız?”
“Yok ya, evde oturalım, dışarısı serindir.”
“Yok, çıkacaksak ona göre giyineyim.
“Lan tamam kapat şu telefonu. Muhabbetinin içine edeyim bir susmadın.
“Tamam oğlum kızma! Hadi bay!”
(Ömer ve Canan’a ithafen.)



BİR BUÇUK SAAT SONRA:
“Odasında mı?”
“Evet yavrum odasında. Hadi geç içeri.”
“Tamam; siz zahmet etmeyin, ben giderim.”
‘DANN!” diye açılan kapıyla birlikte, utanmasa bilgisayarın fişini dahi çekecekti ki, bilgisayarda kapatabildiği birkaç klasörün sonunda arkadaşını görünce, en az ….. o biçimde rahatlamışçasına ‘ohh!’ çeker.
“Yahu, sen ne öküz bir insansın, bırak insan, yüzüne karşı söylemek gibi olmasın ama sen tam bir öküzsün. (Lise arkadaşlarıma ithafen. Bilhassa Furkan ve Cem) Ne yapıyorsun yine?”
Bilgisayarın ekranına gittikçe yaklaşır.
“piiiğğiiiiiiiii. Lan leş gibi kokuyor içerisi, havalandırsana biraz. Ahıra döndürmüşsün burayı.”
“İyi ya, yabancılık çekme diye böyle yaptım.”
“Hıııııı! Sen de akşamı bekleyen ineğimsin herhalde.”
Kısa bir sessizlik.
“Hımmm!”
Sessizlik kısalıktan çıkar artık.
“Sus lan!” (amma çok “Lan!” kullandım. Tiksindim kendimden.)
“Kapat yahu artık şunları, sil gitsin. İyice koyuverdin kendini. Dişi sinek avlayacaksın yakında.”
Sessizliklte kısalığın “k”sı yoktur. Durumdan rahatsız olan arkadaş bilgisayarın başına geçer. Kısa bir araştırmanın nardından, gerek ziyaret edilen siteler, gerek indirilen dosyaların içerdiğinden kesin teşhisi şu cümlelerle dile getirir:
“Ulan şu siteleri dolaşırken geçirdiğin zamanın yirmide birini yeni şeyler öğrenmek için harcarsan, hayvan gibi kültürlü adam olursun. (Hayvan gibi?)
“Oğlum ben de sürekli yenilik peşimdeyim. Tekrar tekrar aynı şeylere bakmıyorum ki.”
Kendi kendine güler.
“Ben, onu mu ima ediyorum hayvan herif! (Hayvan herif?) aha da sildim hepsini.
Hııı, ben nasılsa yine bulurum düşüncesi hakimdir.
“Elinde CD olarak +18 var mı?”
“Var.”
“Çıkar, bir iki tane.”
Önce odasından çıkıp ev, kolaçan eder. Ebeveynlerinin televizyondaki dramaya gömüldüklerini görünce tekrar odaya döner. Ve  gizli hazinesini çıkarır.
“Puşta bak sen, nasıl çözüm bulmuş. Görmüyor mu oğlum annen bunları?”
“Nasıl görsün ki?”
“Temizlik falan yaparken?”
“ııııhh! Cık, odamı ben, kendim temizliyorum.”
“haaaa… o yüzden senin için titiz çocuk falan… vay g…. Neymiş bu, Monica Belluci. ‘+18’ derken bunu mu ima ettim şapşal?”
                “ee ne var? Üstünde yazıyor işte ‘+18’ İzle de gör. Sanki türbanlı kadınların arkasından  bakan motorlu adamlarmışım gibi muamele yapma bana.”
“Türbanlı yaaaa, türbanlı.”
Kısa bir sessizlik daha.
“Başka neler var, onları göster.”
Önündeki yığılma, sonu gelmeyeceğini gösterir niteliktedir. Ama çıkardıklarının ‘son’ olduğu söylenince, şaşkınlık süresinin üstesinden gelebilir.
“Senin gidişatın pek iyi değil bana göre. Kendine acilen çeki düzen vermen gerekiyor.”
“Ne yapayım yani?”
“Sen…. en iyisi bunları bana ver.”
Yok yaaaa, dercesine “Eeeee?”
“Ne eee?”
Basbayağı eeee, dercesine bir bakış ve  ardından
“Hepsini alma oğlum bari.”
“Aptal herif sen haftaya nereye gidiyorsun?”
“Dubai’ye”
“Ne kadar kalacaksın?”
“Üç hafta.”
“Oovv. Yahu sen gittikten sonra annen ‘şu oğlanın odasını detaylı temizleyeyim’ dese de odanın altını üstüne getirse; getirirken de arşivlerini görse ne hesap vereceksin. ‘Beey, bizim oğlan sapıtmış’ der, elinde ne telefon kalır ne internet ne de bilgisayar.”
“Hııı. Hepsini vereyim o zaman.”
“Ver ver hepsini ver,” Sağ elinin serçe parmağı, sağ kaşının üstünde gezer.
(Kaan’ın bu bölümü okuduktan sonra sol kulağımda belirecek çınlamayı şimdiden anımsıyor gibiyim.- vavienden)
“Biliyorum alışman zor olacak; ama gel biz seninle internet kafeye gidelim. Hem oradaki bilgisayarlarda bir sistem var, ‘ses’ yazacağın yerde araya yanlışlıkla ‘k’yı sıkıştırsan valla rezil rüsva olursun insanların içinde. CÜLÜNKK diye ötüyor hemen.
“Gidelim, aç bir gazete oku, ne bileyim ödevlerini hallet. Yap bir şeyler işte.”
“Ee, iyi giyineyim ben.”
“Lan görüyorsun değil mi? Yahu ben sana sorduğumda dışarı çıkacağımızı deseydin ya. Pijamalarla mı gideyim kafeye, ele güne rezil edeceksin beni.”
“Lan niye bağırıyorsun niye niye? Hay çenenin bağına. Gitmeden size uğrarız. Şunları ne yapacaksın?”
“Neyleri?”
“Ney, neyi, CD’leri.”
“Heeeeee, bana çanta ver. Benim odada saklarım ben.”
“Yakalanma ha!”
“Yok oğlum, bizimkilerin öyle odada basma fantezileri yok. Neyse, hadi giyin de çıkalım. Bana bak sakat değilsin değil mi? Harbi yanında yürümem, yolda giderken başımıza kiremitler düşecek tövbe estağfurullah.”
“Yahu git, harbi git kapıda bekle beni. Daha konuşursan şimdi üstüne…. Tövbe yaaa.”


İNTERNET KAFEDE:
“La oğlum neoğluyouuu leaynnn!!!”
(O nasıl bir seslenmedir çözemedim.)
“Nereğe giriyonuz koyim, sürekli ötüyo bu makine.”
“Lan sapık herif, rezil olduk senin yüzünden, nerelere giriyorsun yine.”
“Aptal herif, ödevimi yapmaya çalışıyorum. Sürekli atıyor siteden. Gel bir de kendin bak!”
“Ne yazıyorsun, he, he, göster hadi. Hı, hıııı, evet, ne duruyorsun, bassana şu tuşa. Öyle dolaşırsan ortalıkda hasbinallah!”
“Sen ne duruyorsun, sen bas diye gel dedim. Ben basacaksam ne diye gel diyeyim.”
“Aha bastım. Gördün mü hiçbir şey olmadı… ana ne oldu yav? Yasak kelime..”
“Kim lan bu 17 numaraaaaa??”
İnternet kafenin sahibi de saniye sektirmeden yanlarına gelir:
“Oğlum, burası namuslu bir kafe. Evelallah girişimizde eüzü besmelemiz yer alır. Destursuz, sağ ayaksız içeri adım atmayız.”
“Abi sağ ayaksız?”
“Sağ ayakla içeri giriyoz işte ibne! Tövbe bismillah çarpılacaz bunların yüzünde.. çıkın lan, çıkın mekanımdan. Şu kadar insandan bir ‘çüllünkç’ çıkmıyor da sizden neden çıkıyor?”
Kısa bir göz taraması.
“Abi herkes oyun oynuyor.”
“Sus uleayn, cevap verme bağa. Çığın lan mabedimden, çıkın burası namuslu bir yer.  Size ceza, sizin gibi sapıklar yüzünden müşteri kaçıyor. Saat başı 5 lira vereceğiniz.”
“Abi ya niye öyle...”
“Ogluuuuuum!”

KAFE ÇIKIŞI:
“Bana öyle bakma, masumum ben. Haber okuyayım dedim, sayfanın sağında, yukarı- aşağı gidip gelen kız resmi. Sol tarafta çıplak bir adam, yok sabaha kadar bilmem ne; ödevimi yapayım desem aynı. Hay ben böyle işin içine…”
“Hoooop, tamam yahu sakin ol. Neyse hadi dağılalım evlere, haberleşiriz yarın.”
                                              
                                                               *
Uykudan yeni ayrılmış gözlerle salona doğru ilerleyen beden, kendisini yıllar evvel dokuz ay karnında taşımış ebeveyniyle karşılaşır.
“Hadi elini yüzünü yıka, sana da çay koyuyorum.”
İstenilenlerden sonra masaya geçer. Ebeveyn oğluyla gurur duyan cinsten:
“Seninki dün internette şey şey siteler ararken yakalanmış.”
Uyku durumu hala hakim. Boğuk çıkan sesle:
“Kim?”
“Seninki işte.”
“Yaaa o,..”
“Aman yavrum, Allah’ıma şükür senin öyle pis huyların yok. O oğlan ‘öyle değil’ demiş, kafenin sahibi sokakta herkes seni bir övüyoooo; kurban olurum sana ben.”
“Tabi anne, ne işim olur benim öyle şeylerle.”

Diğer evde gergin hava hakimdir.

“Git yıka ellerini, hadiii.” Yarı duyurma yarı duyurmama maksadıyla “Piss!”
Masaya oturur oturmaz, elini, kabuğu soyulmuş, çapraz kesilmiş salataya götürür.”
“Temizledin mi ellerini?”
“Evet.”
“İyii”
“Hayırdır anne ne oluyor?”
“Rezil ettin beni rezil, rezil.”
Aklına ilk gelen evdeki arşivlerden haberdar olunduğuna dair bir düşüncedir. Bu nedenle sesinin titremesine engel olamaz.
“Nee, neeey olmuş yav?”
“Kafede, şöyle böyle sitelere giriyormuşsun.”
Derin bir “Ohhh!” çeker. (Valla şimdi, namuslu filmindeki Şener Şen’in derin “Oooh”u aklıma geldi.)
“Yahu yok anne, o, sitelerle alakalı sorun.”
“Artık nasıl sitelere giriyorsan..” Malum anne tavırları gelir ardından. “Mahallede herkes bunun oğlan azıtmış, gece gündüz kızlarımızı kollayayım diyorlarmış.” (Ayy anne yalan yere ağlasın bir de, çok istedim şimdi. Ellerini ağzına götürsün böyle çaktırmadan çocuğa da baksın.)
“Neee?”
Ağzındaki çayı sofraya boca eder.
“Ya öyle değil anne, ben ödevlerimi yapıyordum. Valla bak, sitelerde işte öyle kelimeler geçince..”
“Mahalledeki herkes senin arkadaşını övüyor ama. Ben ne yaptım da bunları hak edecek ha, hığıııı!”
Anne bağıra bağıra gider.
“Yahu anneee..”
Artık sabrı taşar.
“Ulan tecavüzden mahkemeye girsem böyle yargılanmam be!”
(Ee adalet sistemleri farklı.)
Odasında birisinin kendisine ulaşmaya çalıştığını belirtmek için çığıran telefonunun ynaına gider.
“Ağlama bebeğim, ağlamaaaa, oy oy kurban olurum.”
(Sanırım çocuk sevgisini bu şekilde doyurmaya çalışıyor.)
“Alo!”
“Alooo, selamın aleyküm s…”
“Kes oğlum sinirliyim zaten.”
“Hem suçlu hem güçlü.”
“Ne suçu be?”
Ses tonu artaraktan:
“Sen hem git kafelerde şöyle böyle sitelere gir, Allah’ım sen koruuuuu….”
“Hıhı, şu an sana o kadar çok gülüyorum ki; ama neremle?”
“Kıçının gülme yeteneği mi var len, sen yarışmaya katıl. Pipisiynen piyano çalan adamlardan daha çok dikkat çekersin.”
“Öfff! Tamam yeter. Bir düştük eline.”
Az evvel gittikçe yükselen sesinin şiddetini düşürmeye başlar.
“Yavodeğilde.”
“Hı?”
“Sininşuşiyinyukmu?”
“Hı?”
“Yaçokfenaymışabineymişokafayıyedimresmen.”
“Ne diyorsun lan anlamıyorum.”
“Lan! Duyacak bizimkiler. Şu senin CD’ler oğlum. Aldım baktım birkaç tanesine. Off, çıldırdım, çıldırdım.”
Karşı taraftan ses gelmez.
“İzle izle doyamadım. Nasıl anlatayım, bilirsin işte. Dilimin ucunda, aklıma gelmiyor. Sen bilirsin, hepsini yüz kez izlemişsindir. Abooo…..”
“Ne istiyorsun, hayır, anlamadım ne yapayım? Azdırayım mı seni telefon başında, onu mu istiyorsun. Na, napıyorsun, ne bekliyorsun. Adama bak, bir de bana o kadar laf etti. Dinime küfreden Müslüman olsa…
Hiiiiiiii….
Lan oğlum annene yakalanma, başın belaya girmesin. O, kafe olayından sonra annem tripli bana, sana da aynısı olmasın.”
“Sen raaaat ol! Korkacak hiçbi şey yok!” tabi yaptığı hareketi arkadaşı görememiştir. Lakin hayal edebilmiştir. (Ömer’e ithafen)
Hayal etmenin getirdiği gülümsemeyle birlikte:
“İyi, benden söylemesi.”
                              
                                                               *
Sabahın erken saatleri geride kalmışken, öğleye doğru normal görülen sürede, kendince sabahın ilk saatlerinde kalkıp tuvalete giden, ellerini yıkarken saçlarının yağlanmasından rahatsız olup duşa giren gencimiz bedenini temizleme sürecindeyken; biricik ebeveyni odasına girmiş, halının üstündeki kıyafetleri katlayıp dolaba yerleştirmiş, yatağı toplayıp yatağın üstüne renkli örtüyü sermiştir. Kapı eşiğinde göze hitap edemeyen ve bu yüzden yargısız infazla dolaba tıkıştırılmak üzere, olduğu yerden kaldırılmış çantanın kapatılmamış fermuarının bulunduğu ön gözünden fırlayan, üzerinde cıbıl kadınların fotoğraflarının bulunduğu sidiler(böyle yazmak istedim, o değil de bir ara tüm ebeveynleri, evebeyn yazmışım.) kapının eşiğini kaplamıştır.
“Aaaaaaaa…”
Yahu o nasıl bağırma, çocuk anası öldü sandı da az kalsın banyodan havlusuz çıkıp anasına bir şok daha yaşatacaktı.
“Anne, anne ne oldu?”
“Bunlar ne böyle tüüğüüüüuuuuuuuuuu!”
“Ne onlar, yok…. Hee şey anne bu şey ya şey bu.”
“Yazıklar olsun sana. Utanmıyor musun evimizde böyle şeyler barındırmaya. Şu kitaplığa bak; şuradan bir ‘namaz öğreniyorum’ al okuma da…..” ohh ampülü de yakar kafasında. (Canım ampül yazmak istedi)
“Hep o çocuk değiştirdi değil mi seni. Ah! Ben dedim, sen o çocukla görüşme dedim. Ama dinleyen kim?”
“Anne şey ya işte, onun bunlar da.” (Sattı hemen adiiii!)
“Nasıl onun?”
“Şimdi bu gidecek ya, işte annesi falan görmesin diye yazık üzülmesin kadıncağız. Yoksa ben (tiğğeeee tribine girer) öyle şey yapar mıyım anne?
“Dur ben arayayım şu rezili.”
“Dur anne asıl sen dur. Ben annesi üzülmesin diyorum, sen ısrarla, yapma anneciğim arama ayıp. Aa kadına yazık. Böyle bir çocuk doğurduysa annenin suçu ne?” (Buradan başka şeylere de atlamak isterdim.)
“Sen ver onları ver, ver. Evimizde olmasın böyle şeyler. Ara bu çocuğu gelsin. Alsın pis şeylerini.”
“Tamam anneciğim arıyorum, alsın gitsin tabi. Bak, iyilik edelim dedik ama, onun yüzünden sen de üzüldün.  Az kalsın benim böyle şeyleri izleyeceğimi sanacaktın…”
“Amaaaan, aman, aman Allah korusun.”


BİR, BİR BUÇUK SAAT SONRA DAHA:
“Merhaba teyzeciğim nasılsınız?”
“Hoş geldin- hay gelmez olaydın.”
“Benimki odasında mı?”
“Nereden seninki oluyor bakayım?” Yalnız kadın çocuğa sert çıktı. Elleri yana attı falan.
Söylediğinden sonraki gülümsemesi de neredeyse başlamadan son buldu çocuğun.
“Neyse, gir içeri sana verecek bir şeyler.”
“Allah Allah, ne verecekse.”
O sırada arkadaşı görünür.
“Kanka naber?”
“İyidir,” annesini görünce değişir. “İyi işte ne olsun koşturuyoruz…. Sen?”
“Hayırdır, sorun ne?”
“Odaya geçelim.”
Odanın kapısı kapatılır kapatılmaz annesinden ne kadar emin olduğunu gösterircesine arkadaşının kulağına eğilir:
“Kanka gözünü seveyim çaktırma.” Bağırmaya başlar: “Yok abi, bu böyle olmaz. Benim bu tarz işlerde gözüm yok.”
“Hangi işlerde?”
Tekrar eğildi.
“Annem gördü oğlum!” ve yine yükselen ses. “Bak itimadımız var, anlamazlıktan gelme!”
“Neyi gördü an….”
Amaaaan, dercesine atılır. “Lan sus!”
Ve tek dinleyici için sözsel gösterime devam eder.
“Al abi şunları. Beni bulaştırma.”
Ve malum terlik sesleri, yere sürtüne sürtüne uzaklaşırken rahat bir nefes alır.
“Oh gitti. Abi annem odayı toplarken görmüş senin çantayı.”
“Ne? Ee ne yaptın?”
“Ne yapacağım abi doğruyu söyledim. Dedim, böyle, böyle dedim, benim değil dedim.”
“Ha yine madara ettin beni.”
“Şey, biraz öyle oldu be abi, kusurma bakma.”
“Lan kes, senin suratına.. tövbe tövbe. Sen göreceksin oğlum. Senin internetteki tüm profillerinin şifrelerini bulup sayfanda erotik içerikli siteler, resimle paylaşmazsam…”
“Saçmalama oğlum.”
“Göreceksin.”
“Tamam lan hadi hodri meydan.”
Neredeyse hiç bilgisayar bilgisi olmayan iki kişinin yaptıkları ilk şey, internetten harıl harıl kafalarındaki sorulara cevap bulabilecekleri bilgileri edinmelerini sağlayacak forumlara ulaşma oldu. Açıkçası umduklarını bulamadılar. Belki de kendi başarısızlıklarından kaynaklanan sorundu. İnsanlara bu mevzuu açıp rezil olmak istemediklerinden bu işi kendi başlarına halletmeye çalıştılar. Bilgisayar başında tuhaf tuhaf hareketler yapıyorlar. Bir tarafları kasılıyor, dillerini ısırıyorlar, ne yapıyor lan bunlar. Sanki bilgisayarın yapması gereken işleri onlar yapıyorlar arkadaş bu haller ne böyle. (tam şu anda Yavuz Seçkin’in Avrupa Yakası’nın bir bölümünde böyle bir işe soyunduğunu hatırlıyorum. Daha doğrusu karakterin mal halliği kafamda böyle canlanıyor.)

ÜÇ GÜN SONRA:
Dubai’den beklenmedik şekilde gerçekleşen erken dönüş, oradaki yalnızlığına mı buradaki yalnızlığına mı yanacağını bilemeyen bir fert; arkadaşının dönüşüne sevinen, erken döndüğü için arkadaşı adına üzülen, yanına gidemediği için de kendini kahreden ayrı bir fert. Birbirlerini hackleme girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Ama dayanamaz ikisi de; çünkü biri anlatmaya biri dinlemeye muhtaçsa, ikisinin de buluşması yakındır.
Lülülülü lülülülü..
“Alo!”
Sessizlik
“Alooo!”
“Abi naber?”
“Ihıım” boğazındaki sözde gıcığı söker. “iyi sen?”
“İyidir.”
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk.”
“Erkencisin.”
“Maalesef.”
“Müsait misin?”
“Giyin hadi, sonra başımın etini yeme, çay içmeye gidelim.”
Sevinçli bir ses: “Hemen geliyorum.”

SON, BİR BUÇUKLUKTAN SONRA:
Sanki yıllarca ayrı kalmış arkadaşlarmış gibi sarıldılar birbirlerine ve tüm komik tripleri unuttular.
“Ee, ne yaptın, nasıl geçti, neden erken geldin?”
“Yavaş be adam, hangi birini cevaplayayım.”
“İstediğin sorudan başlayabilirsin kanka, hahahhahahhaha.”
(Garip bir şekilde ikisi de güldüler. Kendi istekleriyle mi yoksa zahiri bir gülümseme miydi, bilmiyorum.)
“Benim şu adam yok muydu?”
“Eee?”
“Bu adam beni aradı, seninle gelemeyeceğim, dedi. Yarın geleceğim ben, ama meraklanma gerekli kişileri ayarladım. Seni hava alanında karşılayacaklar. ‘abii!! dedim, tüm param sende, aman ha! Yok koçum bizde yamuk olmaz, dedi. Neyse, ‘eyvallah’ dedim ben de. Ne olur ne olmaz bizimkilerden para aldım, kartımı da aldım yanıma. Neyse ki gidiş bileti önceden alınmıştı. Neyse ben bindim uçağa gittim Dubai’ye. Hava alanında beni karşılayan kimse yok. Sağıma bakıyorum yok, soluma bakıyorum yok.
Üç saat kadar bekledim orada, tık yok. Sonra biri geldi yanıma, bir arap. ‘kardeş’ dedi, Müslüman, Müslümanın halinden anlar. Gördüm ki senin bir derdin var. Sen kazıklanmışsın anlaşılan.’
‘abi’ dedim, ‘Nereden biliyorsun?’ Çok tuhaf değil mi sence de, adam geldi karşıma durum harbi öyle, çok garip değil mi? (ısrarla soruyor ama ısrarla karşındakinin cevap vermesine de müsaade etmiyor. Kendi kafasında garip olduğuna inanmış zaten) arıyorum zaten adamın telefonu kapalı ulaşamıyorum adi herife. ‘Ben anlarım kardeşşş!’ dedi. Dedim, herhalde Allah yüzüme güldü. Adamın da bir nur yüzü var ki anlatamam. Dedim, tamam meleğin biri insan kılığında karşıma çıktı. Velhasıl adam ilerledi, bir otelin standına gitti, oradaki görevliyle konuştu, sonra beni çağırdı. Dedi, bu gece bu otelde konaklarsın yarın yanına geleceğim senin. İşte, oda parası ne kadar ‘şu kadar’, verdim parayı. Adam beni aldı, gittik yemek yedik, herif bize iyilik yaptı yemeği ısmarlatmak olmaz, dedim. Yemeği de ben yedirdim. Sonra otele gittik, içeri girdik; adam kayboldu. Vay anasını dedim, herhalde adam görevini halletti, uçtu gitti. Lobiye gittim ki anam neye uğradığımı şaşırdım. Döndüm hava alanına. Gittim, beni kazıklayan adamın konuştuğu çocuğu buldum. Çocuk demez mi: “Abi, o geldi bana, senden alacağı parayı bozmamı istedi, birazdan gelip alacağım falan dedi’ diye.
Yakasına yapıştım, ‘Lan!’ dedim, yavşak, yabancı dilden de anlıyorsun, beni kazıklarken neden uyarmıyorsun….”
“Eeee?”
“Sonra bir curcuna çıktı, ben çocuğa bir küfrettim, ama nasıl ağır konuştum.”
“Ne dedin?”
“Senin yaptığın işin de senin kafanın da içine zıçayım kapçık ağızlı, dedim.”
“Oooov”
“Şimdi yabancı dile çevirmeye çalışırken, pek anlamlı olmadı da; bir de ‘kapçık ağızlı’ yı Türkçe söyledim tabi. Adam küfrümden bir şey anlamadı fakat ‘kapçık ağızlı’ derken yüz ifademden mi korktu anlamadım, şekli şemali değişti.
Vesselam adamlar beni kazıkladı anlayacağın. Dedim, bu nasıl bir kader? Memlekette türk kazıklıyor, orada gavur kazıklıyor.”
“Eeee, müslümanın malı müslümana helal.”
“Hay ben Müslümanların topunun…”
“Eheeeeeyy vöheeey voohoooo!”
“Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden…”
“Ohooooo!”
“Lan neyse, sonra bana bir bilet ayarladılar. Sonraki gün işte bindim uçağa, nasıl ağlıyorum of off!  Aldım elime kağıt- kalem, başladım yazmaya. Hem yazıyorum hem ağlıyorum. Yazdıklarımı okudum, ağladım, öf dedim ne yazmışım. Bir ara televizyonu açtım. Baktım ‘acı hayat’ diye bir dizi. Aha, dedim benim kalemim, benim hayat da aynısı. Oradaki kız da ağlıyor, sızlıyor, kendini yerden yere atıyor, ‘Allah’ım  bu nasıl kader’ diyor. Onu duyunca benim çakarlar yandı. Dedim, bu bir mesaj. Çok şükür dedim, ya orada kalsaydım ne bok yiyecektim. Sonra bir rahatladım, koltuğa yayıldım, gözlerimi kapadım, kulağımda kulaklık, malum izlemeden de dizilerimizi anlayabiliyoruz. Sonra düşündüm ve dedim ki;
‘Acı hayat gibi hikaye yazamadıktan sonra yazı yazmanın ne anlamı var; ahh onlar gibi oynayamadıktan sonra oyunculuğun ne anlamı var’”
               
‘Babama Mektup’a selam.
İthafların mecazi şekilde anlaşılmaması dileklerimle.
28.8.12


Hiç yorum yok: