Ben insan; farklıyım insanoğlundan, eğer insanlık başlıyorsa
ademoğlumdan. Ben insan; bu halimle; farklıyım evrim gerçimeden önceki el
kullanımını bugün benim kullandığım gibi kullanamamış insan soyundan.
Bir yerde okumuştun: insanın alet kullanımı, kavrayışı
asırlar sonra değişmiş; acaba ilk Adem de benim gibi mi kullanıyordu, diye
düşünmüştün elini?
Bu el, bu parmaklar, bu iki parmak: Bu iki parmakta ölüm
var. İki hece her iki parmağımda bölüşüyor: Ö-lüm! Birinci parmak “ö”; ikinci
parmak “lüm” sesi çıkartıyorlar; heceleri öyle sayıldığı için biri üç harfken
diğeri tek harfle sınırlı kalıyor. Keşke Öl-Üm olsaydı, bir parmak “Öl”ü;
ikinci parmak “üm”ü alsaydı ve birleşince ölüm olsaydı. Her yerde eşitsizlik
baki; ölümde bile.
Yine bir yerde duymuştın: ölümlerimiz bile farklı; kimi
saray gibi mezarlarda kimi toplu mezarlıkta; ölüm bile eşitleyemiyor bizi
neyleyeyim ey ademoğlu, neyleyeyim sokaktan geçen ademoğlu teyze, neyleyeyim
ademoğlu anne; ölüm bile getiremediyse bizi aynı kefeye.
Bu parmaklarda ölüm var: baş ve işaret parmağımda sıkışıyor
insan olan benden(insan olmayarak kendiliğinden) güçsüz ufak bir karınca-yı
eziyorum iki parmağım arasında; öldürüyorum karıncayı. Öl-dü-rü-yo-rum, iki
parmağımla beş hecelik bir eylem yapıyorum; ama sonucu en nihayetinde öl-üm.
İki hece dört harf dendiği için öl-üm: keşke mülö olsaydı belki bu kadar
korkunç olmazdı veya en başından itibaren mülö olsaydı yine korkunç olurdu; bu
sefer ölüm şu an olduğu kadar korkunç olmazdı.
Korkunç! da iki heceli KOR bir KUNÇ iki ama bu haksızlık!
Ölüm ile KUNÇ aynı harfte ama biri iki heceliyken diğeri sömürüyor tek hecede
dört harfi birden. KORKUNÇ! bir şey bu durum. ÇNUKROK yapalım, etkisini
azaltalım bu ifadenin; hay-at zaten korkunç başlı başına, at gibi güzel bir hayvanı
ifade eden harfleri -ki zaten iki harften ibaret- bünyesine katıp farklı farklı
anlamlar çıkartıyor. At’ı “TA!” yapalım bundan sonra “TA” deyince aklımıza at gelsin. Kiminin aklına
beyaz, kiminin aklına kahverengi ; kiminin aklına at yarışındaki at, kiminin
aklına yabanı at gelir.
Benim aklıma çocukken gördüğüm, çiftlikteki kahverengi bir
at geliyor: onu görmüştüm çünkü çocukluğumda; bir çocuk hikayesinde de
çizgilerden ibaret bir at görmüştüm; ama orada ona “horse” deniyordu. Benim
aklıma yine “at” geliyordu: hayat’ın içinde harcanan at! Hayatına son verilen
at! Bundan sonra at’a horse diyeceğim; zira onu life’ın içinde
hapsedemeyeceksiniz.
Hapiste yatmış yıllar boyunca amcam; çocukluğumda bir gece
fısır fısır konuşulurken, ben salona girdiğimde alelacele konunun
değiştirildiğini hatırlıyorum. Niye kalktın oğlum, dedi babam. Gözlerimi
ovuştururken, hadi yat annecim, diye yanıma geldi annem; gençti daha. Korktum,
dedim.
Babam, hadi yatır şunu, dedi beni kastederek, anneme. “Şu”
olmuştum; ama aklında oğlunun tezahürü vardı. Annem kucağına aldı beni, boynuna
sarıldım –o zamanlar taşıyabiliyordu beni kucağında-
Yatağa götürüp bıraktı, alnımdan öptü, saçlarımı okşadı.
Giderken, “anne gitme” dedim. Korkuyordum o zamanlar ölümden. Biraz daha
bekledi başımda ama meraklıydı; aklı babamdaydı, babamın anlatacaklarındaydı.
Hadi oğlum, kocaman adamsın sen artık, dedi; evde baban olmayınca kim koruyacak
beni? Sen! dedi ve bir kez daha öpüp gitti.
Işığı da kapattı; pür dikkat karanlıkta bekleyip kapıya
odaklandım. Beni öldürmek için gelen canavara odaklandım, korktum. Yavaşça
kapıyı açtım, odadan çıktım, kapıyı kapattım. Salona yaklaştığımda babamın
temkinli sesini duyuyordum. Salon kapısına yaklaştım:
“Karşıdaki adam, bunun ortağı işte. Aralarında ne husumet
geçti bilmiyorum. Bizimki de anlatmadı hakime. Fakat kimisi bizikinin,
yavuklusuyla ortağını bastığını anlatıyor, bilmem ne kadar doğru. Bu da
söylemiyor zaten. Hem öyle olsa karıyı da vururdu kesin. Ama kadın da ortada
yok.
Neden yaptın, diye sordu hakim duruşmada. Niye yaptığımın
bir önemi yok, dedi. hakim şaşırdı; nasıl yaptın, diye sordu. ‘Tabancam
yanımdaydı’ dedi. ‘Çektim tabancayı, baş parmağımla horozu çektim, işaret
parmağımla da tetiği. Bu kadar’”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder