belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

13 Haziran 2015 Cumartesi

SAYMAK


“Bir.. iki...dört...üç”
-Bir daha say bakayım
“Bir..iki...dört...üç”
-Hayır hayır yanlış. Bir iki üç dört, bir iki dört üç değil.
“Dört üçten önce ama”
Hayır, üç dörtten öncedir; dört üçten sonradır.
“Hayır, dört üçten öncedir.”
-Hayır. Bak! Parmakla gösterelim. Bu kaç?
“Bir”
-Peki bu?
“İki”
-Şimdi?
“Dört”
-Hayır, bak diğer elinle gösterelim. Bak 4 budur gördün mü? Yani üçten bir fazla. O yüzden sayarken "birikiüçdört” anladın mı? Birikiüçdört...birikiüçdört...dört...dört.dört...
Dört gün üç gece. Yarın gidiyorum buradan. Bu gece son, üçünü gece. Tur şirketinden böyle satın aldım. İnsan dördü görünce sanki dört gece kalacağını sanıyor. Kendini mağazada 3.99 fiyat görünce sevinen müşteri gibi hissediyorum. Gerçi tur firmasının reklamında 390 lira yazıyordu; o yüzden bu kısa tatili satın almıştım. İnsan 3’ü görünce sadece 300 lira vereceğini falan sanıyor.
Bu gece son. Bu oturakta son kez oturuyorum. Üç gün önce üç gece vardı. Soraki gün iki gece. Dün bir gece; farklı olan tek şey günlerin geçtiği. Artık evime döneceğim ve evimde yapabileceğim tek değişiklik masanın üzerinde duran takvimde üç ya da dört günü tek çizikte geçmek olacak.
Kasaya içtiğim dört biradan üçünün parasını ödüyorum; 3 alana bir bedavaymış sanırım. Üç taşla bir kuş mu vurdum şimdi? Yok, hiçbir şeyi vurmadım. Üçün dördünü mü aldım; yoo hiçbir şey almadım da. Peki ne yaptım? Şimdilerde ne yapıyorum? Dört gün üç gecedir yapmadığım bir şeyi, dördüncü gün tamamlanmadığı için dört geceye erişemeyen  bir eylem yapmalıyım. Hiçbir şey yapamıyorsam bile kaldırımda üç büyük adım attıktan sonra dördüncü adımımı diğer ayağımın yanına koymalıyım. Ama bir şekilde dört üçten önce gelmeli veya gelmese bile bunu birilerine bir kez olsun kabul ettirmeliyim. Üç ve dört arasında da sadece bir sayı var; bir kere de benim doğrumu kabul etseler bir şey kaybetmezler.
Hem bazen bu durumlar işe yaramıştı: bir keresinde, normalde saat dörtte gitmem gereken yere saat üçte gitmiştim. Önce neden erken geldiğimi sordular, istediğiniz saatte geldim işte dedim, yok yok erken gelmişsiniz, neyse sorun değil, buyurun şurada bekleyin dediler.
Arkadaşlarımla her zaman saat dörtte sözleştim ve ben her zaman onların gelmesini bir saat kadar bekledim. Aa ne zaman geldin, dediler; dörtte geldim dedim. Haa iyi çok beklememişsin dediler; aa çay bile içmişsin dediler hatta. Ne yapayım bekle bekle canım sıkıldı diyerek fırça kaydım ben de arkadaşlarıma. Onlar onikili saat sisteminde üçte buluşalım dedilerse, ben yirmidörtlü saat sisteminde ondörtte buluşma saatine geldim... ooo çay da içmişsin dediler, kaç çay içtin? Hı? Üç mü? Oha! Hayır, dedim. Dört çay içtim dört dört!
Affedersin, dediler. Yok önemli değil. Gerçi alışmaya başladılar artık sonunda. Kaçta buluşalım, diye hep bana sordular. Sadece sözle yetinmedim elimle de işaret ettim. Tamam, dediler. Son zamanlarda daha az beklettiler beni hatta neredeyse hiç bekletmediler. Dörtte dediysem dörtte oradaydık. 
Şimdi döndüm tatilden ve yine buluşacağız arkadaşlarla oturacağız. Garsona sesleneceğim, insanları rahatsız etmeden kısık sesle, elimle de işaret ederek: “kardeşim bize dört çay!”
Elime bakarak, tamam, dedi gitti. Döndüğünde elinde üç çay vardı. Masaya koydu. kardeşim, dört dedim sana dört, görmedin mi? Elimle dört yaptım sana.
-Abi üç değil mi o?
Dört ulan görmüyor musun dört. Diğer elimle de göstereyim mi? Bak: bir ki üç dört. Şimdi bu elime bak. Bir iki dört...
-Abi özür dilerim; parmağın şey olduğunu fark edemedim.

Hiç yorum yok: