“Ben... işte buradayım. Dün de buradaydım, ondan önceki gün
de,ondan öncekilerin evvellerinin günlerinde de hep buradaydım! Sen neredesin
Allah’ım? Benimle bir kere konuşmaya kalksan, seni o kadar zorlayacağım ki,
zorla verdireceğim sana sözlerini ve sen de zorla tutacaksın sözlerini.
Her akşam, sabah uyanmama ümidiyle gözlerimi kapayıp yine aynı
hüsranla uyanmanın ne anlama geldiğini biliyor musun?
Halbuki eskiden ne güzel bir dakika nefesimi tuttuğumda ertesi
gün okulları tatil ederdin. Şimdi neredesin?
Sevaptır, iyiliktir diye yaptırdıkları her şeyin ardından hiçbir
iyilik görmedim; aksine sevdiklerimi de kaybettim.
Şu an aklıma gelmese de vaktinde neye değer verdiysem hepsini
kaybettim. Neye tutunmaya çalıştıysam, neye inandıysam, hepsinde yenildim.
Benim suçum mu peki bu? Bunları karşıma çıkartan sen değil misin? Veya yanlış
şeylere, kişilere inandıysam, daha iyilerini çıkartmadığın için karşıma, sen
suçlu değil misin?
Neye değer verdiysem kaybettiğim için artık hiçbir şeye değer
veremiyorum; hiçbir şeyi önemsemiyorum. Ve her geçen gün seni sorgulayarak daha
çok günaha giriyorum. Bu kaygım bile beni öldürmen için yeterli değil mi?
Ne yapayım peki ölmek için?
Bir an önce ölmek için yaşamaya mı değer vereyim ki, yaşama dair
de hüsrana uğrayayım?”
Yine cevap vermedi. Zaten okulları da Vali tatil ederdi. Açtığım
perdeleri kapattım; dışarıdan beri görüp, bu adam delirdi mi kendi kendine
konuşuyor, demelerini istemiyordum. Salondaki koltuğa oturdum. Onlarca
küsürüncü defa “Bu kez olacak” diye başlayıp birkaç sayfa sonra “Aa bugün
yeter, yoruldum. En azından bugün başladım” diyerek bıraktığım kitabı, onlarca
küsürüncü defadan sonra, onlarca küsürüncü defaya eklenecek olan ilk defa elime
aldım; biraz göz gezdirip kitaplığa bıraktım. Kitaplığın da masamdan,
perdelerden farkı yoktu.
Odama geçtim, sabah masanın başındayken yatağıma kaldırdığım
defter ve kitapları tekrar masanın üzerine dizdim. Günlüğümün son sayfası açık
duruyordu. Son yazmaya çalıştığım gün yarım kalmıştı. Tamamlamak istedim.
Yazarken tükenen mürekkepsiz ucun bıraktığı izlerden oluşan son kelimeyi
anlayamadım. Tamamlanmamış cümleden önceki son noktadan itibaren tamamlanamayan
yere kadar olan yarım cümle de bir anlam ifade etmiyordu. Silik kelimeli,
anlamsız cümlenin olduğu paragraf da boştu. O gün komple ne yazmak istediğimi
de anlayamadım. Ne derdim vardı acaba? Hiçbir şey anlamamıştım. Utanmasam bunu
ben yazmadım diyeceğim.
Yeni bir sayfaya başlamak istedim. Son sayfayı çevirip yeni bir
sayfa açtım. Yazısız görünse de, arka yüzüne bastıra bastıra yazılan kelimeler
yüzünden girintili çıkıntılı sayfaya, pek de yeni gözüyle bakamadım. Diğer
sayfada da aynı sorun vardı fakat idare edilebilirdi. Elimi masadaki kaleme
uzattım.
Elim, mürekkebi tükenmek üzere olan kaleme gitti; etrafındaki
tozlar parmaklarıma bulaştı. Tozları üstüme sildim. Kalemin kartuşundaki
mürekkebin bittiğini hatırladım. Halbuki bugün, kartuşu bitmek üzere olan
kalemime mürekkep alacaktım. Doğru ya çıktım; ama istediğim renk kalmamıştı.
Başka kalemle de yazmak olmazdı; o uzun zamandır bekliyordu.
İçimi bir sıkıntı bastı.
Kartuşu bitmek üzere olan kalemi aldığım yere bıraktım,
parmaklarıma toz bulaştı. Perdeler kapalıydı. Parmaklarımı üzerime sildim.
Sandalyeden kalkıp yatağıma girdim. İçimdeki sıkıntı devam ediyordu.
Yarın artık kartuş almalıydım.
Yorgundum, gözlerim kapanıyordu.
Hiç yoktan bugün kartuş almaya çıkmıştım.
Yarın nereden kartuş alacağımı düşünüyordum. Düşündükçe sıkıntım
artıyordu. Yarın beni bu baskıdan bir şeyin kurtarması gerekiyordu.
“Allah’ım yarın bana uyanmamayı nasip et. Amin!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder