belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

23 Şubat 2015 Pazartesi

TEKRARLAMALAR-3



“Ben... işte buradayım. Dün de buradaydım, ondan önceki gün de,ondan öncekilerin evvellerinin günlerinde de hep buradaydım! Sen neredesin Allah’ım? Benimle bir kere konuşmaya kalksan, seni o kadar zorlayacağım ki, zorla verdireceğim sana sözlerini ve sen de zorla tutacaksın sözlerini.

Her akşam, sabah uyanmama ümidiyle gözlerimi kapayıp yine aynı hüsranla uyanmanın ne anlama geldiğini biliyor musun?
Halbuki eskiden ne güzel bir dakika nefesimi tuttuğumda ertesi gün okulları tatil ederdin. Şimdi neredesin?
Sevaptır, iyiliktir diye yaptırdıkları her şeyin ardından hiçbir iyilik görmedim; aksine sevdiklerimi de kaybettim.
Şu an aklıma gelmese de vaktinde neye değer verdiysem hepsini kaybettim. Neye tutunmaya çalıştıysam, neye inandıysam, hepsinde yenildim. Benim suçum mu peki bu? Bunları karşıma çıkartan sen değil misin? Veya yanlış şeylere, kişilere inandıysam, daha iyilerini çıkartmadığın için karşıma, sen suçlu değil misin?
Neye değer verdiysem kaybettiğim için artık hiçbir şeye değer veremiyorum; hiçbir şeyi önemsemiyorum. Ve her geçen gün seni sorgulayarak daha çok günaha giriyorum. Bu kaygım bile beni öldürmen için yeterli değil mi?
Ne yapayım peki ölmek için?
Bir an önce ölmek için yaşamaya mı değer vereyim ki, yaşama dair de hüsrana uğrayayım?”

Yine cevap vermedi. Zaten okulları da Vali tatil ederdi. Açtığım perdeleri kapattım; dışarıdan beri görüp, bu adam delirdi mi kendi kendine konuşuyor, demelerini istemiyordum. Salondaki koltuğa oturdum. Onlarca küsürüncü defa “Bu kez olacak” diye başlayıp birkaç sayfa sonra “Aa bugün yeter, yoruldum. En azından bugün başladım” diyerek bıraktığım kitabı, onlarca küsürüncü defadan sonra, onlarca küsürüncü defaya eklenecek olan ilk defa elime aldım; biraz göz gezdirip kitaplığa bıraktım. Kitaplığın da masamdan, perdelerden farkı yoktu.
Odama geçtim, sabah masanın başındayken yatağıma kaldırdığım defter ve kitapları tekrar masanın üzerine dizdim. Günlüğümün son sayfası açık duruyordu. Son yazmaya çalıştığım gün yarım kalmıştı. Tamamlamak istedim.
 Yazarken tükenen mürekkepsiz ucun bıraktığı izlerden oluşan son kelimeyi anlayamadım. Tamamlanmamış cümleden önceki son noktadan itibaren tamamlanamayan yere kadar olan yarım cümle de bir anlam ifade etmiyordu. Silik kelimeli, anlamsız cümlenin olduğu paragraf da boştu. O gün komple ne yazmak istediğimi de anlayamadım. Ne derdim vardı acaba? Hiçbir şey anlamamıştım. Utanmasam bunu ben yazmadım diyeceğim.
Yeni bir sayfaya başlamak istedim. Son sayfayı çevirip yeni bir sayfa açtım. Yazısız görünse de, arka yüzüne bastıra bastıra yazılan kelimeler yüzünden girintili çıkıntılı sayfaya, pek de yeni gözüyle bakamadım. Diğer sayfada da aynı sorun vardı fakat idare edilebilirdi. Elimi masadaki kaleme uzattım.
Elim, mürekkebi tükenmek üzere olan kaleme gitti; etrafındaki tozlar parmaklarıma bulaştı. Tozları üstüme sildim. Kalemin kartuşundaki mürekkebin bittiğini hatırladım. Halbuki bugün, kartuşu bitmek üzere olan kalemime mürekkep alacaktım. Doğru ya çıktım; ama istediğim renk kalmamıştı. Başka kalemle de yazmak olmazdı; o uzun zamandır bekliyordu.
İçimi bir sıkıntı bastı.
Kartuşu bitmek üzere olan kalemi aldığım yere bıraktım, parmaklarıma toz bulaştı. Perdeler kapalıydı. Parmaklarımı üzerime sildim. Sandalyeden kalkıp yatağıma girdim. İçimdeki sıkıntı devam ediyordu.
Yarın artık kartuş almalıydım.
Yorgundum, gözlerim kapanıyordu.
Hiç yoktan bugün kartuş almaya çıkmıştım.
Yarın nereden kartuş alacağımı düşünüyordum. Düşündükçe sıkıntım artıyordu. Yarın beni bu baskıdan bir şeyin kurtarması gerekiyordu.
“Allah’ım yarın bana uyanmamayı nasip et. Amin!”

Hiç yorum yok: