Benzer ifadeleri, benzer ibareleri tekrarlayıp duruyorduk, her birini, aslen tek bir tanesini allayıp pullayıp yeniden karşımıza çıkararaktan. Babadan, amcadan, anneden, teyzeden vs. almayarak, kendi mirasımızı kendimize kakalayarak.
Saat
08.30 sularını gösteriyor. Bu kadar alışkın değilim, belki bu saatte uynamaya,
belki bu kadar geç kalmaya, belki bunca değin saate bakmaya.
Uyanıyorum,
gözlerimi saate diktiğimi biliyorum, seni düşündüğümü bilmiyordum. Sonra alarm
tekrar çalıyor, yine seni düşkediğimi, yine boş vaatlerle zamanımı geçirdiğimi
anlıyorum.
Ve
ne kadar geçireceğim belirsizliği tazeliğini korurken, yine seni
düşleyeceğini de biliyorum. Bugün koklayarak nefesini, yarın etkisi altına
alacakken parfümünün esintisi, öbür gün tatlı terlemeyle gelen ıslaklığın
boynuna dayalı burnumu silmesi.
Bugün
saate bakıyorken, biraz sonra tuvalete girirken,i ardından yemek yiyip
dişlerimi fırçalarken, evden çıkar, kapıyı kilitlerken, sokakta yürüyüp, işe
gitmek üzere otobüs beklerken; cama dayalı kafam, kafamdan ayrıksı gözlerim
aynı sayfadaki aynı satırları tekrar tekrar okurken.
İş
yerime yakın olan durağı kaçırmışım, ilk defa başıma gelmiyor bu. Yine uzunca
süre yürümek zorunda kalacağım.
Günlük yol paramın kotasını dorduramam, akşam eve yürümem gerekir yoksa.
Boşver, sabah sporu iyidir, hem işten çıktıktan sonra yürümesi zor olur.
Aynı
dosyalar karşıladı beni; bazılarının rebgi kırmızı bugün, yanlarında farklı
harfler kalın puntolarla süslenmişler.
Bölüm
başkanını görmesem iyi olacak, traşsız yüzümü görünce alaylı bir şekilde “Aa,
sakallarınız da pek yakışmış” diyecek. Hele bugün hiç çekemem onu; hangi gün
çektim ki zaten. Belki iyi bir insandır; hiç sanmıyorum. Belki kendine göre
sıkıntıları vardır; ee herkesin sıkıntısı var, ben kimseye somurtuyor muyum?
“Çay alır mısınız?” “Yok istemez.”
Hop, bölüm başkanı geliyor. Şunlarla oyalanıyormuş gibi yapayım. “Günaydıın,
günaydın!” Bana dememiş.”Oo, sakalların çok ykaışmış.” “Hıhıı....” Hay Allah,
avans isteyecektim. Traş olmadan da dinlemez kesin beni. Jilet falan da nereden
bulacağım şimdi? Neyse şansımı deneyeyim.
“Günaydın, günaydın, şey diyecektim.” “Acil çıkmam lazım, sonra sonra!” Hay aciliyetini. Masaya sert çarpmışım, biraz kaymış. Kim bilir ne zamandır temizlenmiyorsa altı; şu tozların haline bak. Ne ara bu kadar birikiyor hiç anlamıyorum arkadaş. Minicik, tenezzül etmezsin önce temizlemeye.
“Şey,
müsaitseniz eğer, şu benim izinli olduğum gün bana yarım günlük şeysim
vardı....” “Şu anda çok meşgulüm abi, sonra sonra.” Küfür ettiğini biliyorum,
umrumda değil. Kafam dalgın, biraz anlayışlı olsana. Ne bileyim, belki sıkıntım
falan vardır.
Akşam
oldu, işten çıkma vaktidir. İş yerinden çıkmam, masamı falan toparlamam,
yatağımdan çıkıp, yatağımı toplamak kadar uzun sürmüyor tabi.
Of!
Durak yine çok kalabalık, yine yürüyeyim en iyisi bir sonraki durağa.
Yüüryorum, ceketimi işaret parmağıma astım, üç dakikaya uyuşmaya başları, bu
ceketim de acıtıyor parmağımı.
İleriki
durak diğerine nazaran bommuş; ama gelen otobüs kalabalık. Yanlış yöne
yürümüşüm veya yine sürükledim kendimi, bilmiyorum. Neyse, diğer otobüs gelene
kadar öbür durağa yürürüm. Yok ya yorulmadım, ben yine yürüyeyek döneyim.
Hem bu sayede durak karıştırmam ya
yine hahahaha!...
Zamanın
nasıl geçtiğini anlamadan eve varabildim. Ne ara ellermi yıkadım, yemek
hazrladımi pijamalarımı giyip yatağa girdim, bilmiyorum. Peki bugün ne değişti?
Dün de yine aynı konumda oturmuş, bu soruyu sormuştum kendime, yanıtsız
kalmıştı.
Çünkü
yanıtlayamazdım. Çünkü ben sadece kendimden sorumluyum. İyi de benim yaşadığım
süreden ben sorumlu olduğuma göre, son kendine, neler değişti. “Hiçbir şey”
neler aynı? “Her şey”
“Öyleyse
biliyorsun.” “Hayır soruları kendime sorduğum için bilmiyorum.” “Peki
bildiklerim.” “onlar birtoz bulutundan ibaret, boşa geçmiş zamandan. Geçmiş
zamandan neyi kurtarabilirsin ki?” “Biliyorsun.” “Elimde kurguladığım
cevaplardan başka hiçbir şey yok ki.” “İşte her şeyi biliyorsun.”
*
“Hop,
çayları yeni demledim. Sabah sabah içiniz ısınsın.” “Ben de bir bardak alabilir
miyim?” “Tabi beyim, buyur.” “Imm, cidden mest oldum abi, sabah sabah ne
yağmurdu öyle, duraktan buraya gelene kadar sırılsıklam oldum.” “Aman dikkat
et, hasta olmayasın. Bir ricam olacak beyim!” “Muhasebeciyle görüştüm, izinli
olduğun günden kesinti olmayacak maaşında.” “Hah, sağolasın, hadi kolay
gelsin.”
Masanın
üstü evrak yığınından tozlaşmış adeta. Şunları düzelki yerleştireyim bari.
“Günaydın..... günaydın! Kaptırmışsınız kendinizi... aa sıhhatlr olsun ama
sakallı halinizi daha çok yakıştırıyorum”
“Şey,
teşekkür ederim, hava aslsın biraz yüzüm, dedim” “Artık nasıl isterseniz.” “Bir
ricam olacaktı sizden.” “Şey, acelem var, annem hsata da kaç haftadır sürekli
hastaneye gitgel koşturuyorum. Acil virşeyse yardımcı olmaya çalışayım hemen.”
“Haa yok yok! Mühim birşey değil”
Ayrıldı
yanımdan bölüm şeydi, aslında sürekli birşey isteme bahanesiyle yanına
giderdim. Okulda, ne bileyim, onu görme umuduyla bulunduğum yerden çıkmaya
bahane olarak tuvalete gittiğim gibi. İnsan sürekli tuvalete gitme ihtiyacı
hissetmez ya canım.
“Çayını
tazeleyeyim mi?” “Yok abi... Bizim
bölüm şefinin annesi hastaymış, neyi varmış, ben yeni öğrendim.” Herşeyi
söyledi. Hastalıktan, hatanenin yerine kadar. Yanına sürekli gelip giden
adamlar da eş, dost, akrabaymış. Buradan birlikte çıkıyorlarmış, yani iş
yerinden
Biliyorum
yapmam gerekeni. Haliyle işten hemen çıktım, kimse de mırın kırın etmedi. Bir çiçekçi
buldum, türlü türlü çiçek demeti yaptırdım. Hangisi hoşuna gider bilmiyorum ;
ama bu davranış mıhakkak hoşuna gider.
Hastaneye
vardığımda yanındaki kalabalığı gördüm. O da beni gördü, karşıladı beni. “Çiçek,
annem için miii? Teşekkür ederim.” “Bu da senin için” dedim, şaşırdı. Teşekkür etti.
annesini ziyarete gitmem bir nevi bahane olsa da, ona neden çiçek aldığımı
biliyordu; ben de artık her şeyi biliyordum.
17/05/12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder